25 Ocak 2011 Salı

5.30

otomotiv dünyasında 5.30, 3000 motorlu bmw 5 serisi demektir. benim talihsiz olduğu kadar renkli dünyamda ise 5.30, tek bir şeyi işaret eder: pazartesi sabahını. 5.30'da kalkarım, 6'da da beni antalya merkeze ve mükemmel işime götürecek koltuk mesafesi katlanarak gitmeme sebebiyet verecek kadar kısa minibüse binerim. sinirli olmayacak kadar uykulu olduğumdan, evrenin tamamından nefret etmem ancak saat 9 gibi gerçekleşir. yol boyu yarı uykulu halimle death'in mehter takımını bile geri püskürtecek albümü sound of perseverance dinlerim. antalya-migros'un önünde inerim ve her pazartesi olduğu gibi bir yağmur başlar. kapüşonumu başıma geçirir, bir elimde annemin verdiği insani yardım poşetim, diğer elimde sırt çantam ile gelen otobüslerin nereye gittiğini okumaya çalışırım. az dereceli miyop-astigmatım burada çok işe yarar ve genellikle otobüs yanımdan geçerken o yazıları okurum. otobüs biraz ileride durur, kalabalık ve havasızdır. iki elim dolu otobüse yanaşırım, kablo muhtemelen teknolojik kuyruk gibi bir yerimden sarkar. evden çıkmadan hazırladığım bozuğumu şoförün eline saydıktan sonra otobüsün arkasına doğru çileli yolculuğum başlar. şanslıysam bir yere oturur, insani yardımı kucağıma, sırt çantamı da bacaklarımın arasına sıkıştırırım. şanssızsam, otobüs refüje çıkar ve bir süre iki teker üstünde gittikten sonra başka bir aracı da sıkıştırarak devrilir. şoför pencereden fırlar, ezik kafalardan fışkıran çığlıklar her tarafı sarar ve insani yardım poşetimi sıkı sıkı tutup gerçekten kötü bir pazartesi geçirdiğimi düşünürüm.

5.30'da sobanın yanındaki enfes yatakta uyanarak başladığım günden pek hayır gelmez, ağırlaşan başımla akşam olmasını beklerim. saatler durmaya yakınsarsa da bir kahve yapar, yazabileceğim bir şey var mı diye aklımın odalarında dolaşırım. alçıpandan duvarlarım var, üç kırmızı tuborg'la dağıtırım. eğer yapmakta olduğum iş iğrençse akşam gelmek bilmez, işe odaklanmaya odaklanmak bile saatlerimi alır. verimsiz bir pazartesiden sonra da insani yardım poşetim ve temiz çamaşırlı sırt çantam ile ofisten çıkarım. otele yürürken yine yağmur yağar, kapüşonumu yine kafama geçiririm. death ile başlayan gün, pilli bebek ile sona yaklaşırken, hayaller içinde gün görmeye çalışırım. 

otele varıp anlamsızca etrafa bakmak beş dakikamı, ıvır zıvırla karnımı doyurmak on dakikamı, televizyon izlemek on üç dakikamı, uyuyup biraz daha güçlenmiş olarak uyanmak ise yaklaşık on bir saatimi alır. salı sabahı tonla rüya görmüş olarak kalkarım, aradaki bağlantıları yeniden hatırlamaya çalışır ve eğer yazmaya değer bir şeyler çıkarsa da başucumdaki defterlerden bir tanesini çekip alırım.

salı sabahı normalleşmiş bir insan olarak işe gelirken de, 5.30 bmw'nin yanımdan geçerken üzerime sıçrattığı suya daha bana temas etmeden ana avrat küfrederim.

Hiç yorum yok: