22 Ocak 2011 Cumartesi

köfte ve diğer şeyler

semt pazarının yiyecek içecek kısmını bulmak, dumanı takip etmemle kolayca gerçekleşti. plastik tabureler, masada turşu ve ızgaranın üzerinde büzüşmüş harikulade sağlıksız köfteler. aynen maç ya da konser çıkışı olduğu gibi, tam olmasa da istanbul'daki gibi. ustam bir yarım at deyip masaya çöktüm, pazara çıkan orta halliler bu işi daha önce binlerce yaptıklarını belli eden adımlar ve pazar arabalarıyla gerilmiş brandaların altından yavaşça yürüyorlardı. soluk yüzlü anneler ve onları pazara çıkmaktan pek hoşlanmayan çocukları, kışı antalya'da geçiren turistler, gözleme yapan teyzeler ve köfteleri ikide bir ters yüz eden bıyıklı adamlar. hiçbirine ait değildim, hemen yolun üzerindeki ofisten bir koşu gelmiştim sadece. yemeği yedikten sonra bugünkü maçlara iddia oynayacak ve nasıl olduğunu bilmediğim şekilde tek maçtan yatacaktım. talihsiz goller benim aleyhime işleyecekti. yine kazanamayacağımı biliyordum ama öğleden sonra hiçbir surette çalışmayacağımdan bu boş zamanı maç takip ederek geçirecektim. iş konusunda ahlaksızlığı başlatan ben değildim, hiç olmadım. klima olayını sorduğumuz patronun "doğru ya sizin klimanız yoktu, unutmuşum" demesi yeterince sinirlendirdiğinden bir de metraj salaklığıyla uğraşmayacaktım. 

solmuş insanların yüzünden gülümseme beklemeden, kulaklığı dahi çıkarmadan gelen köfteyi kucakladım. soğan da olsun mu diyen amcaya, olsun demiştim. pilli bebek de aynı şeylerden bahsediyordu o sırada, müzik başlıca izolasyon malzememdi. içi de ısıtılmış ekmeğin içinde gecedeki yıldızlar kadar ufak gözüken köftelerim lezzetliydi. soğan olması bir şeyi değiştirmezdi çünkü sevgilim kilometrelerce kuzeydeydi. yaklaşık üç lokmada yarım ekmeği bitirip dosta güven düşmana korku verdim. bir dürüm daha söylemek dünyanın kaderini değiştirmezdi ama yine de söylemedim. akşam eve dönecek ve kuvvetle muhtemel muhteşem yemekler bulacaktım. sobanın kenarına kıvrılıp asil kuşumuz panpayı parmağımın ucuna kondurduktan sonra da ona haftanın özetini geçecektim. halı ve koltuklar beni kucaklayacaktı ve bir kez daha otel odasında ne yapıyor olduğumu sorgulayacaktım.

köfte ile olan düellomu kazandıktan sonra iddia bayiine gittim. üç maça beş lira yatırdığım takdirde 22.95 kazanabilecektim. bu 22.95 benim hayatımda çok bir şeyi değiştirmeyecekti ama yine kazanmanın getirdiği kudretle gülümseyerek binecektim otobüse. belki akşam altılı kırmızıyı bu parayla alacak ve kardeşcağızımla yarısını paylaştıktan sonra da keyfime bakacaktım. ekstrem durumlar dışında artık içmiyordum, içmeyince de her şey çizgisel ilerliyordu. oysa kırmızı tuborg parabolik diyarlardan gönderilen matematik ispatı gibiydi ve üç tanesini devirince zamanda yolculuğu rahatlıkla yapabiliyordum.

kuponu kodladım, parasını ödedim ve bu sefer olacağına dair derin inancımla ofise geri döndüm. yerler soğuk, duvarlar ise daha da soğuktu. lanet ettim. maçların başlamasına daha varken de zamanı ileriye almak için oturdum bu yazıyı temize çektim.

Hiç yorum yok: