28 Ocak 2011 Cuma

nasıl da geçiyor zaman

weekend comes deyip bir fotoğraf yüklememin üzerinden iki, weekend comes again deyip başka bir fotoğraf daha yüklememin üzerinden ise bir hafta geçmiş. elimde poşet ve sırt çantasıyla, yarı uykulu gözlerle ofise gelip ofisine de işine gücüne de ettiğim küfür bile bugün beşinci gününü doldurdu. insan, çocuğunun nasıl da hızla büyüdüğüne şaşırır ya hani, ona benzer bir şaşkınlık var bünyemde. işte cumaya vardık, yarın dedin mi daha akşam çökmeden sırt çantamla giderim daha da güneye. müziğim kulağımda, kotalı tatilimin ilk saatlerinde çocuksu mutlulukla pencere kenarına kurulurum. soba ben daha gelmeden yanmaya başlamış, kuyruğu hafiften uzamaya başlayan aerodinamik kuşumuz panpa da ona göre gardını almıştır. isimsiz üç balık odanın diğer köşesindeki akvaryumda voltaya devam ederken, ben yeniden evde olmayı özümserim. güzel yemekler, bu anı kutsar ve aç bir uzay maymunu gibi tabaklara saldırırım. yemekten sonra bro ile kırmızı tuborg avı için kuşanırız, arabaya binip emniyet kemerinin ısrarcı çığlıklarını fazla umursamadan marketin önüne park ederiz. işte oradalar. 6 kırmızının pek yetmeyeceğinin bilincinde, bira dolabından yansıyan görüntülerimize bakarız. başkaları bizi birbirimize benzetir ama biz pek benzetmeyiz, benzetenlerin de aklına şaşarız. fazla şaşırınca da her zaman yaptığımız gibi gelir kırmızı tuborg alırız. 

evdekiler haftada bir içmemize bir şey demez, her şeyin kararında olduğu sürece anlamı olduğunu biliriz. mısırlar patlamaya başlarken de, daha seneler öncesinden ben öss'ye çalışırken yaprak testleri aydınlatan masa lambası bu sefer de pes ortamı için odaya hafif bir ışık verir. ayağımızın dibindeki fan sıcak sıcak üflerken, buzluktan çıkan kırmızı'lar hadi şerefinize gençler der. ilkler her zaman çabuk biter, ikinci kutuları getirmek ise ilk golü yiyene nasip olur. robinho iblisini tutmaya çalışırken, neden liverpool'la eskisi kadar iyi oynayamadığımı düşünür ve takımı komple ileri çekerim. arkamda bıraktığım geniş boşluklar, copacabana plajı gibi olur. ne kadar arap varsa kaleme doğru hücum eder. bazen yenilir, bazen yenerim fakat her seferinde büyük zevk alırım.

sobanın yanındaki yatağa geçtiğimde geceyarısını geçmiş olur saat, televizyon izleyecek dermanım olmadığından yorganın altına kıvrılırım. başucumdaki malikanesinde tek ayağı üzerinde uyuyan fosforlu cevdetime ise "iyi geceler panpa" demeden zinhar uyumam.

cumartesi çalışıyor olmak, cumartesinin o nevi şahsına münhasır büyüsünü yok etmez. daha öğlenden kendimi tatile bağışlarım, pazar günü gidilecek güzergahları şöylesine gözden geçirir ve nereye gidersek gidelim mutlu olacağımı bilirim. bir arada olmayı kutlarım her pazar, bazen ön koltuk bazen de sağ arkada. fotoğraf makinem boynumdan düşmez, antalya'nın nasıl güzel bir şehir olduğunu her karede yeniden hatırlarım.

pazar akşamı behzat ç. vardır, ondan sonrası ise ölüm sessizliği. son 3097 yıldır olduğu gibi yine canım sıkılır, sabah 5.30'da kalkacak olmanın sevimsizliği ısınan yorganı bile soğutur. yorucu geçen bir gün ve sıcak banyodan sonra, daha gece yarısı olmadan koyarım başımı yastığa. beyaz kafesin hükümdarı renk paleti panpa'ya ise mutlaka iyi geceler derim. sabah erken vakitte ışığı açıp da onu uyandırmamak için çantamı hazırlar ve kapının önüne koyarım. alarm çalınca uykusu bölünür diye, telefonu sadece titreşime alırım.

her hafta sonu bu ritueli gerçekleştirmekten büyük keyif alır ve her cuma, nasıl da geçiyor zaman esteban diye kendime hayıflanırım.  



Hiç yorum yok: