15 Mart 2011 Salı

iki kart iki kale

taşıyıcı sistemler tasarımı: D

mezun olmak için son bir dersim kalmıştı ve o da kısa ve net bir "D" ile henüz mezun olmadığımı, bunun için en az bir sene daha beklemem gerektiğini söylüyordu. ekrana boş gözlerle bakmış, ne yapacağımı bilemedikten sonra da ofisten "ben çıkıyorum" deyip kaçmıştım. planlarım ve hayatım alt üst olmuştu, ne yapacağımı bilemiyordum. willy'i aramış ve ona dersten kaldığımı, hayatımın mahvolduğunu ve akşam izmir'e geleceğimi söylemiştim. halbuki asistanla da konuşmuştum daha fazla okumaya dermanım olmadığını, iş yeterince aklımı meşgul ettiğinden okuldaki son dersime bir türlü odaklanamadığımı. o da tamam kağıdını ver, hallederiz demişti. elimden geldiğince final kağıdını süslemiş ve bir daha taşıyıcı sistemler görmemek dileğiyle sınıftan çıkmıştım. okul, haftada iki saat geldiğim bir teneffüs gibi duruyordu işin yanında. o sırada bir alışveriş merkezinde motifli restoran projesiyle uğraşıyordum, ev arkadaşım memleketine döndüğünden dokuz yüz lira kira veriyor ve maaştan artan parayla da kırmızı tuborg alıyordum. zor, tuhaf ve bana derinlik katan günlerdi ve bu günlerde, yapmak istediğim son şey ders çalışmaktı.


dersten kaldığımı cumartesi sabah öğrendim, sakin kalmayı başarmalı ve pazartesi dilekçe vermeliydim. anlayışla karşılamalılardı. bir sene daha harç vermek ve istanbul'da kalmak her şeyi erozyona uğratır ve zamanda kaymaya neden olurdu. pazar gününü istanbul'da geçirmek yerine, bindim otobüse izmir'e gittim.

ertesi gün, sabah erkenden çeşme tarafına hareket ettik. yaz sonunda gelmişti, aklımın bir köşesi sürekli not sorgulama ekranında kalsa da alaçatı'nın renkli pencereli eski evleri dikkatimi çekmeye başlamıştı. duvarlara asılmış saksılar, mavinin en güzel tonları, taşın güneşte ortaya çıkan dokusu derken, yol bizi çeşme kalesi'ne götürdü. giriş üç lira, müzekart ise öğrenciye on liraydı. hala öğrenci olmam can sıkıcı olsa da bu birkaç yerde işe yarıyordu, müzekartımızı alıp kaleye çıktık. rüzgar, dar geçişlerde hızlanıyor merdivenlerden yukarıya tırmanıyordu. escher'in tabloları gibi perspektifler vardı bazı köşelerde. oturduk, istanbul'u ve bana yüklediklerini geride bırakıp ruhumu rajaz'a teslim ettim. ege'nin rüzgarları taşların arasından kayıp bedenimi havaya kaldırırken, şarkı bittiğinde bir üst kademeye geçmiştim. bir günlük çeşme arasından sonra istanbul'a geri döndüm, sabah asistanı aradım ve dilekçe vermeyi düşündüğümü söyledim. o da "kağıdını yeniden okuyalım, dilekçeyi boşver" dedi. akşama doğru not sorgulama ekranımdaki d'nin yanında şık bir + vardı ve dersten geçmiştim. 


çeşme kalesi'nde aldığım müzekartın süresi geçen haziran'da bitmesine rağmen geçen haftaya kadar uzaktan göstererek idare ettim.görevliler yakından baksa da fotoğraftaki bıyıksızın ben olduğuma ikna oluyor fakat tarihe dikkat etmiyorlardı. geçen hafta olimpos'ta birisi buna dikkat edince, "aaa" dedim ve yeni bir müzekart başvurusunda bulunmak istediğimi söyledim. artık melek olmadığım gibi, öğrenci de değildim ve iki kat ücret vermek zorundaydım. olimpos gişelerinde müzekart çıkartma teknolojisi yokmuş, bir bira parasını girişte vermek zorunda kaldım. dört kırmızı tuborg, fotoğraf makinenin çantasına peşinen tıkıldığından bunu çok da dert etmedim.


bir hafta sonra yolum alanya'ya ve onun 6.5 kmlik surlarıyla ünlü kalesine düştü. öncesinde müzekartım olmadığı için bir üç lira da hemen deniz kenarındaki kızılkule'deki gişeye vermiştim ve bu durum can sıkıcı olmaya başlamıştı. neyse ki müzekart çıkartma teknolojisine sahip kale gişesi beni bu dertten 31 mart 2012'ye kadar yirmi lira karşılığında kurtardı. bu kart ile tüm likya uygarlığını ve kuzey ege'yi bir kez daha dolaşacak, ilyada'yı sırtçantamdan çıkarıp homeros'un dolaştığı topraklarda okuyacaktım. efes kütüphanesinin önünde bir kez daha dikilirken de geçmiş zamanlarda yaşayan bir heykeltıraş olduğumu düşünecek, bu tuhaf düşüncelerin nereden musallat olduğunu bilemeyip gülümseyecektim.

müzekartımın üzerindeki bıyıksız tıfıla baktım, oniki senelik vesikalığımdı ve saçlarımı yan taramamdan okuldaki ortalamamın tedirginlik verecek kadar yüksek olduğu belliydi. gözlerimde ise bu aralar pek dolaşmayan bir parıltı, gelecek günlerin umudu. alanya kalesi, çeşme kalesi'nden daha görkemliydi ve manzarası daha muazzamdı. sarp yamacın üzerine kurulmuştu ve daha önce de dediğim gibi, adı gece olan bir kadının boynundaki mücevher gibi gözüküyordu güneş battıktan sonra.


ilk kartım bana medeniyetlerle tanışmayı sağladı, ikincisi de yıllar sürecek bir dostluğu pekiştirmeye yardımcı olacak. mitolojik nefesleri bulmak için ülkenin dört yanında yine dört döneceğim.

Hiç yorum yok: