16 Mart 2011 Çarşamba

otel deja vu

son iki haftadır akşam kaçta girersem gireyim, otelin lobisinde aynı koltuklara aynı tavırlarla oturmuş beyaz saçlı iki adamla karşılaşıyorum. kulaklığımı çıkarıp dişleri göstermeyen sahte bir gülümsemeyle iyi akşamlar diliyor ve odama çıkıyorum. kulaklığımı çıkarmazsam sesimi kontrol edemiyor ve iyi akşamlar diye haykırdığımdan istenmeyen ölümlere sebebiyet veriyorum. beyaz saçlı adamlar da, aynı sahte gülümsemeyle karşılık verdikten sonra 37 ekran televizyona geri dönüyorlar. zamanın hükmünü yitirdiği tuhaf otelimde sanki dört ay değil de bir haftadır kalıyorum. akşamlarım öylesine aynı ki geçen zamanı ölçecek bir takvim henüz icat edilmedi. girer girmez televizyonun düğmesine basıyorum, aklıma kitap okumak ya da aklımı bulandıracak başka faaliyetler gelmiyor. televizyon iyi, televizyon sürprizsiz. dünya'nın başka köşesinde no surprises çalarken, ben de üstümü değişiyorum. pijamalarımla mutluyum, elimde olsa pijamalarımla işe gidip gelirdim fakat bir pantolon giymemiz şart. ütü gerektirmeyen rahat bir çalışma ortamım var, kapüşonlu çetesiyle resmen kışı bitirdim. bundan sonrasına, üzerinde çalışmanın gereksiz olduğuna dair mesajlar barından tişörtlerle devam edebilirim. yazın oldukça sıcak olacak fakat yapacak bir şey yok. 

burası ekvator'a yakın küçük bir kasaba ve sarı hummadan arta kalan pek fazla insan yok. en güçlülerimiz hayatta kaldı, diğerleri ise şu an kasabanın ucundaki mezarlıkta. evler boş ve lanetli, kapısının önünde oturup yüzünü güneşe çevirmiş ihtiyarların hiçbirisi hayata tutunamadı; kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar bir sonraki güne dahi uyanamadı. ben ise karşıma çıkan tüm felaketlere yaptığım gibi, hummayı da umursamadım. bu trajediye odaklanamadığımdan ölmeyi pas geçtim, azrail bile benimle uğraşmak istemedi. ne zaman canımı almaya gelse, gözlerimde yaşama sevincine dair tek parıltı görmediğinden geri gidiyor. hevesini kursağında bırakıyorum ama ne yapayım, bu zamanla benim tarzım oldu. 

sahipsiz evlerde bedavaya kalmak isterdim fakat otelde mutluyum, bu bana enfes bir sahip olmama hissi veriyor. sarı humma felaketinden sonra kasabamıza gelen ve akşamları lobide olan bu adamların ne için burada olduklarını bilmiyorum. belki de mezar soyguncularıdır ve altın dişlerin peşindelerdir. eğer böyleyse, yanlış kasabayı seçtiklerine yemin edebilirim. otel sahibi ise müşterilerinin kimliklerini umursamıyor, her ayın ilk haftası parayı peşin aldıktan sonra belirsiz bir gülümseme ile bunları sayıyor. bu paralar onu hayatta tutuyor, herhangi bir salgında aylarca başka ülkede kalabiliyor.

otelde günlerim aynı geçerken, bir sonraki felakette hayatta kalma şansımı merak ediyorum. kazandığımı altına yatırıyor ve iki ayda bir altın diş yaptırıyorum. mezar soyguncuları dişlerimi görmesin de beni uykumda öldürmesinler diye, iyi akşamlar derken ağzımı açmıyorum.


Hiç yorum yok: