23 Mart 2011 Çarşamba

ölü bir günün güncesi

dün poğaçamı yeyip artık işime gücüme bakacakken kesilen elektrik, akşama kadar gelmedi. bekledim, hiçbir derde derman olmayan içmimarlık dergilerini okudum, dışarı çıkıp bankaya gittim, radikal'in kitap ekini okuyup bunu her cuma almam gerektiğine karar verdim, okulda yaptığım projelerin eskizlerini a4'lere çizdim, tank ve araba tasarladım, basketbol şortu ve ayakkabıyı da bunların yanına ekledim de gün yine bitmedi lan? yapacak hiçbir şey kalmadığında daha mesai saatinin bitmesine birkaç saat vardı ve kahve içemediğim için mutsuzdum. monitörüm, ölü bir at kafası gibi önümde hareketsiz uzanırken kollarımı kavuşturup elektriğin gelmesini bekledim. tüm alışkanlıklarımı internete yüklemiş birisiydim ve bir yandan render alırken, diğer yandan bir şeyler yazmayı, scrabble oynarken, rastgele siteler arasında dolaşmayı, müzik dinlerken de fotoğraflara bakmayı severdim. bu sayede 4. ayımı hızlıca geride bıraktığım bir ofis serüvenim olmuştu. blogu ne zamandır takip etmeye başladığını bilmiyorum okur ama bu işe girmek de epey sancılı olmuştu. aramalarını beklemiş ve bu esnada eziyet çekmiştim. kendime olan güvenim yerlerde sürünmüş ve hiçbir işe yaramayan bir et parçası olduğuma inanmıştım. sonrasını biliyorsun zaten, işe girmek ve bundan sıkılmak kaçınılmaz oldu. en azından maaş alıyor, o maaşla da otelde kalıp dışarıda yemek yiyorum. eğer işim olmasaydı ve maaş alamasaydım, evde kalıp annemin yemeklerini yiyecektim. mutlak değerde bir şey değişmiyor aslında, sadece çalışarak vicdan rahatlatıyorum. bunu sorgulayacak değilim, çalışmak iyidir. 

dün pek bir şey yapmayınca, yaşamak yine rüyalara kaldı. o kadar erken uyudum ki, rüyalarım film değil dizi gibi geldi. kariyer yaptım sabaha kadar. bir sağlık kurumunda memur olarak işe başladım. tek yapmam gereken bir rapor yazmaktı fakat memurluğun miskinliği bedenimi ele geçirdiğinden bunu saatlerce gerçekleştiremedim. tam raporu bitirecek gibiyken, öğlen arası geldi. üç saat mola. dışarı yemeğe çıktık, parçalanmış mozaikler gördüm. döşemeler yırtılmıştı ve şehir kaos içindeydi. geçen hafta sonu hem phaselis'te hem de olimpos'ta mozaiklere uzun uzun bakmamın bir getirisiydi sanırım bu manzara.

kardeşimin yarı beline kadar denize düştüğü ve tam fotoğraf makinesiyle birlikte akdeniz'e karışacakken son anda bir yerlere tutunduğu güzel bir pazar gününden sonraki iki çalışma günü tamamen anlamsız geçti. bugün de akşam parkta şarap içmeye gitmesem, cumaya kadar bir değişiklik olacağı yoktu. hafta içlerinden umudumu kestim, sadece cumartesi öğlen ve pazar tüm gün yaşıyorum. öyle bir yaşamak ki, olimpos sahilinde sırt üstü uzanıp bulutlara bakıyorum. sarcopaghus'un lahdinin kenarında bira içip, güneşin bile giremediği koyu gölgeliklere sığınıyorum. gölgelerin gücü adına diye bağırıyor içimden bir ses, ona da bira içiriyorum.

fakat dün, kesilen elektrik gölgesinde hiçbir şey yapamadım. saatler de elektrikle çalıştığından olsa gerek durdu. zaman ilerlemedi. beyaz kağıtlara anlamsız çizimler yaptım, babadağ'dan yamaç paraşütüyle atlamanın ne kadar güzel olacağını düşünüp bir an heyecan yaptım.


Hiç yorum yok: