12 Mart 2011 Cumartesi

90 kuruş farkla

- doksan kuruş farkla kola ve patatesinizi büyük boy ister misiniz?
- hayır.

bir hafta sonra...

- doksan kuruş farkla kola ve patatesinizi büyük boy ister misiniz?
- evet.

önceki hafta neden hayır deyip de bir sonraki hafta evet dediğim hakkında hiçbir fikrimin olmadığı bir anda, mcdonalds bankosunun önündeydim. her cuma yaptığım gibi big mac ritueli için uzun yoldan gelmiş, bunun öncesinde banka şubesinde tam bir saat kredi kartımı yenilemek için güncelleme işlemlerine girişmiştim. en sonunda bankodaki kadın (adının önemsiz olduğu kadınlardan birisi), atmlerdeki ahizeden müşteri temsilcisini arayıp bunu benim yapmamı istedi. onu gözlerimdeki umutsuzluk ile bıktırmış olmalıyım. tamam dedim ve şubeden bir daha dönmemek üzere çıktım. adres güncellemek, dilekçe vermek daha doğrusu kayıt altına alınmaktan tiksiniyordum. hele asma tavanların altındaki herhangi bir mekan, lanetli bir ruh gibi tüm enerjimi sömürüyor ve geride işe yaramaz bir beden bırakıyordu. bankacı olmadığım için sevindim, bir sonraki müşterinin elinde numarasıyla beklediği bir çalışma ortamında kahve yapıp müzik dinleyemediğim gibi sürekli insan suratı görmekten de bıktığımdan dolayı aynaya bakmamaya başlardım.

büyük boy menümü alıp yüzümü duvara döndüm. yemek yerken, cinnet geçiren bir dinozor gibi göründüğümden, başkasının beni görmesini istemem. big mac, yıllardır tamah ettiğim whopper'dan daha güzeldi. en azından çift köftesi ve mizanpajı ile, seri üretimin aleladeliğinde formunu dağıtmaya başlayan whopper'a fark atıyordu. pepsi yerine coca cola vardı, patateslerde ise durum eşitti. banka şubesinde kaybettiğim enerjiyi geri toplayıp hiçbir işimin olmadığı ve patronun ortalıkta gözükmediği bir cuma öğleden sonrasında ofise döndüm.

patronu üç gündür göremiyor ve ondan haber alamıyorduk. aklıma, ölmüş olabileceği geldi. heralde duyardık, bir şekilde kötü haber yayılırdı. en son şantiyede sorunlar vardı, projeye uygun yapılmayan bir yerlerden bahsetmişti, fakat bu çarşamba sabahıydı. heralde yaşıyordu fakat bizi umursamıyordu. dün mesai bittikten iki saat sonra ofisten çıktım. fransa ikinci ligine çalışıp, birbirinden bağımsız üç kupon yaptım. üçü de hunharca tutmadı. otele dönerken adana kebap yaptığını iddia eden bir yere daldım, dürüm istedim. doksan kuruş farkla zevzekliğine girmedi adam, "tamam abi" dedi. 

adını feriha koydum'u yatağımda uzanıp elimde dürümle izledim. yine kayıtsız kalınamayacak berbat bir bölümdü. rastlantılar insanı çileden çıkartacak kadar acemice düzenlenmişti ve benim bu dizide sevdiğim şey de tam olarak bu fantastik yandı. gücünü gerçekten alıp bir canavara dönüşmüş bir diziydi ve üç haftada bir izlemek bile yüreğime ağır geliyordu.

dizi saatlerce sürdü, yine flaş bir sonla bitti. bir cumartesi sabahında uyanmak ve ofise giderken pazar yerinde kurulan tostçudan sucuklu kaşarlı tost yaptırmak için gözlerimi kapattım. rüyamda sadece doksan kuruş fark ile büyük seçim serüvenlere atılıyor ve hamburgere benzeyen bir balon ile vadilerin üzerinde dolaşıyordum.


Hiç yorum yok: