işe sekiz buçukta geldim ve son 3.5 saattir gündeme bir şekilde tutunmaya çalışıyorum. bilgi bombardımanı altındayım ve zihnim, sekmeler arasında pinpon topu gibi sekiyor. güzel bir hafta sonu geride kalmışken, buna dair notlarımı temize çekmem bile mümkün olmuyor.
japonya depremi ve ertesinde gelen tsunaminin nükleer felaket boyutu, ibrahim tatlıses'in vurulması, deniz yılmaz'ın bir konser esnasında saçmalaması, otobüste olduğum için kaçırdığım behzat ç.nin tekrarının izlenmesi, alanya'dan ve kalesinden notlar, müze kart, karlar altındaki kulübeler, otel günlükleri, maçlar, en iyi on smaç, gerrard'ın sakatlığı, patronu bir haftadır görmemek, otel odasına alternatif çizim ve tereyağlı iskenderin çağrısı derken neye odaklanacağımı şaşırmış vaziyetteyim. en iyisi paniğe kapılmadan normale dönmeye çalışmalı ve bütün bu karmaşayı bölüp öyle yönetmeliyim.

yeni otobüsler teknolojinin tüm nimetlerini, öndeki koltuğun sırtına saplanmış bir ekrana sığdırıyor artık. kayıtlı filmler, televizyon kanalları ve yanında flaş belleğini getirdiysen de kendi seçimlerin. acil durumlar için her zaman yanımda taşıdığım back to the future'i bir kez daha izledim ve daha iyisinin yapılamayacağına karar verdim. filmi ne zaman izlersem izleyeyim, aldığım keyfin değişmemesinin nedeni, zihnimin filmi izledikten hemen sonra onu silmesiydi. her seferinde yeni izliyormuş gibi heyecanlanıyorum, bakalım bir sonraki ne zaman olacak.

bununla birlikte the beatles konser kayıtları son bir haftadır beni epey mutlu ediyor. insanların şarkılara eşlik etmeleri, çıldırmaları, öpüşmeleri, mccartney'in gitarı ve "diğerleri keşke ölmeseydi hüznü", içinde bulunduğum anı daha bir anlamlandırıyor.
bir kliple veda edip yeni bir haftaya daha başlayalım mademse, bir konuya odaklanmış yazılar gün içerisinde gelecek gibi. aklımda iki kart ve iki kalenin hayatımla olan kesişmesi var. çeşme kalesi'nde ne yapıyordum ve oraya nasıl gelmiştim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder