22 Mart 2011 Salı

akıllı poğaçalar, peynirli füzeler

dünya'nın bir yerinde yine savaş var, süper güçler birleşip libya'ya girmiş sanırım. her zamanki gibi, gündem hakkında bildiklerim, açık bir televizyonun önünden yanlışlıkla geçerken gördüklerim kadar. haber sitelerine girmediğim gibi, kendi inisiyatifimdeki televizyonlarda da haberler izlemiyorum. dün akşam, pazar akşamı sızıp kaldığım için izleyemediğim behzat ç.'yi izledim ve sonrasında uyudum. rüyamda paris'i görecek gibiydim. fakat kavram karmaşasının enfes bir müsameresi ile karşılaştım. eski mahallemizde, utah'ın eski ve yaşlı koçu jerry sloan'la basketbol antremanı yapıyordum. gri-yeşil eşofman giymişti jerry ve şutları berbattı. fakat ne zaman potaya hareketlensem, topu benimle çok doğru zamanda buluşturuyordu. diğer potada da orlando'nun süper mariovari koçu stan van gundy ve michael jordan vardı. sonra nba lokavt dedi, ve ligler tatil oldu. ben de üzerinde jordan amblemi olan basketbol topunu alıp eve döndüm. yakın zamanda basketbola döneceğim, iştahım iyice kabardı. hele rüyada olmamın bilinciyle potaya doğru bir süzülmem vardı ki, yerçekimi gerçek dünyada kalmıştı. paris'i rüyamda göremedim.

sabah kalktım, geçen ayın atlas dergisine uzandım ve rastgele bir sayfa açtım. bir kredi kartının reklamı vardı ve eyfel kulesi'nin gece fotoğrafını koymuşlardı. seine nehrinin kıyısından bahsediyorlardı. tesadüfün öngörülemez isabeti beni şaşırtmıştı, dün prag'ın bir fotoğrafına da bakmıştım. karşı sayfada da prag ve astronomi saatinden bahsediyordu reklam. paris ve prag, rüyamda karşılaşsam bu kadar şaşırmazdım. sürekli klasik müzik konserlerinin olduğu koyu gri prag, beni sabahın erken saatlerinde kendime getirdi.

üstümü giyinip ofise doğru yürümeye başladım. sabahları kansas dinlemek güzel oluyor, the wall yürüme yolunda eşlik etti. tempolu yürüyüş yapan temposuz bedenler yine zombi gibi gözüküyordu, bunları pompalı tüfekle indireceğim bir fps oyunun hayalini kurdum. bir fırından henüz çıkan poğaçaların çağrısına boyun eğip önce pastaneye gittim. oradalardı ve rayihaları çoktan caddeye taşmıştı. o sırada açık olan televizyonda "abd, akıllı füzeler kullanıyor" yazısını okudum. ne kadar akıllı olabilirdi ki bir füze, hem yeterince akıllı olsa insanları öldürür müydü? neydi akıl ve akıllı olmak? bir füzeden daha mı gerizekalıydım peki? daha az para ettiğim kesindi, bir füze parası biriktirmeye çalışsam otuz sene çalışmak zorunda kalacaktım. peynirli poğaçaları yanıma alıp pastaneden çıktım. dünya, insan orijinli felaketlerle çalkalanıyordu her zamanki gibi. bunu zamanla umursamamaya başlamıştım. ofise geldim, çay demlenmişti. bir fincan çay alıp bilgisayarımı açtım, bu açılma süresini hiçbir şey yapmadan geçiremediğim için "çağdaş kent yaşamı" temalı bir dergiye baktım. hiçbirisi samimi gelmedi. çağdaş kent yaşamı dediğin, sıcak peynirli poğaça varsa güzeldi.




Hiç yorum yok: