31 Mart 2011 Perşembe

at the end of the march

mart biraz uzun sürdü sanki, özellikle 28'lik şubattan sonra üç gün bitmedi. maaş, uzak bir ülkenin mor kaftanlı elçisi gibi; bir türlü gelmek bilmedi. 

- abi, başlıkları ingilizce açıyorsan, bence aynı dilde devam et. böyle lavgar gibi kıvranma.
- sıs lan!

daha mayısın son gününde "in a day at the end of the may" adlı yazıyı yazacağım. tabii bloglar tamamen internetten sökülmez ise. malum, hukukun laftan anlamaz çocuklar gibi etrafı kırıp döktüğü ve amacından saptığı bir ülkede yaşıyoruz. belki hukukun amacı tam olarak buydu da, biz anlamadık. ben neden cumartesileri çalıştığımızı bile anlamadım mesela, gelip elektrik harcıyor ve hiçbir şey yapmadan öğleden sonrası olmasını bekliyoruz. hava soğuksa klimayı, sıcaksa tesadüfe bakın ki yine klimayı çalıştırıyoruz. dünya'nın sırtına bir kırbaç da biz atıyoruz. oysa volkanik esintiler taşıyan çıralı kumsalında uzansam ve çevreye en ufak bir sabotaj girişiminde bulunmasam daha iyi değil mi? tabii ki daha iyi ama dediğim gibi, bu dünya'da mutlak faydaya yarayan hiçbir şeyin yaşama şansı pek yoktur. her şey kötülüğe meyleder. bozulanlar asla yeniden çalışmaz fakat tüm çalışanlar bir gün bozulur. kanunlar, özgürlükler için değil yasakları kitabına uydurmak içindir. 

insan medeniyetinden zerre umutlu değilim ve bunu sorun da etmiyorum. sivillerin tepesine yağdırılan füzeler ve seri katiller, götürülen demokrasiler ve milyar dolarlık şirketlerin nelere mal olduğu beni şaşırtmıyor. daha önceden tüm felaketleri görmüş ve tüm şaşırmalarımı daha önceden kullanmış gibiyim. bir comfortably numb edası ile yaşıyorum. paniğe kapılmayı pek tercih etmiyorum.

zaman, biz insanların nelerle uğraştığına bakmadan ve bir saniye dahi gecikmeden geçip gidiyor. phaselis'teki iskelenin ucunda durup da dalgalardan kırılan güneş ışığının denizin tabanında oluşturduğu optik oyunlara bakmak dışında büyük tutkularım yok. geleceğe dair planlarım ise, kardeşimle dalış takımı alıp tüm koyları bir de sualtından gezmekten fazlası değil. bir balık sürüsünün peşinden saatlerce gidebilirim fakat iş odaklı bir serüvenin daha ikinci adımında yoruluyorum. yine de sorumlulukları iyi kotardığımı söyleyebilirim, zamanında iyi ki 3d model işine girmişim. bilgisayar render alırken, ben dünya'nın geri kalanıyla oyun oynuyor ya da fotoğraflara bakıyorum. 

nisana dair bir fikir var mı? sanıyorum ki eve çıkmakla falan uğraşacak ve bu uğurda sinirlerimi hoplatıp, paramı da bir başkasına kaptıracağım. eşya canavarıyla uğraşmak yerine, yaşlanmış mobilyaların döndüğü form olan "möbleli" evlere mi baksam? ayın onuna kadar otelde kalma hakkım var ve bu hakkı sonuna kadar kullanmayı düşünüyorum. insan hakları bildirgesinde de "paranızın son kuruşuna kadar otelde kalınız" yazıyordu sanırım. sartre da benimle aynı fikirde olurdu yaşasaydı. belki de pes oynamaya gider ve onun aklını çelerdim. tek bir kitap yazamazdı savunma yapmaya çalışmaktan.

mayısla birlikte yaz tüm ağırlığıyla antalya'ya iner. ve her cumartesi, klima yüzümüze soğuk ezgiler üfler. kaybeden hepimiz oluruz. ben cumartesi çalıştığım için bedbaht, patron elektrik faturası yüzünden mustarip, dünya ise cfc gazından dolayı hafiften öfkeli. el birliğiyle yaparız yine çirkefliğimizi. bakalım nereye kadar.


Hiç yorum yok: