bazıları yerin yüzlerce metre altındaki bir madende, koyu karanlığın duvarlardan sızdığı bir dehlizde çalışır; bazıları yerin hemen üzerinde, güneşli bir günde kesitleri düzeltmeye ve kronikleşen isteksizliğine bir dur demeye çalışır, bazıları da uzay yolculuğunun son gününde, içinde bulunduğu uzay istasyonunda yapacak çok işi olduğundan fakat dönmeden önce son kez dünya'ya bahsetmekten dem vurur ve yine çalışır.
hepimiz çalışırız, çalışmak zorundayızdır. üzerimize bir şeyler giyinip bir şeyler yedikten sonra işlerimize gideriz. bazıları otobüsle iki saatte anca varır, bazıları yürüyerek iki dakikada girer ofisine, bazılarının da işe başlaması için gezegenin dışına çıkması gerekir. hepimiz eninde sonunda ama az ama çok para kazanır ve bunu bir yerlere harcarız. biriktirmeyi ve gelecek günleri teminat altına almayı severiz, daha çok paramız olmasını ister ve eninde sonunda ölüp gideriz. yaşam boyu yaptıklarımız sonsuzlukta yankılanmaz, sadece hayatta kalır. başka insana verdiğimiz bir ilham, çektiğimiz bir fotoğraf ya da sonsuz bir bakış her gün yaşamaya devam ederken, saprofit bakteriler bizi yapıtaşlarımıza kadar ayırmaya çoktan başlamıştır.
çalışırız, planlar kurarız, sıkılırız ve her şeyin düzeleceğine olan inancın üzerine yavaştan toprak atmaya başlarız. yetişkinlik iyi toprak atmayı gerektirir, fazla hayal kurmak yerine bizim yapamadıklarımızı, içimizde kalanları çocuklarımızdan bekleriz. beklentileri karşılayamayacağını düşünen çocuklar yıllar boyu geçmeyecek bir suçluluk duygusuyla yaşar ve onlar da zamanla yetişkinlere dönüşür. bir şeyi beceremediğimiz gibi, becerenleri de pek çekemeyiz. iftira atar ya da onları çarmıha gereriz.
biraz önce uzaydaki son gününden bahseden bir astronotun iletisini okudum. adı paolo nespoli. son gün olmasına rağmen işleri bitmemiş fakat yine de eve son kez bakacağını eklemiş. avrupa uzay ajansında astronot, büyüyünce astronot olacağım deyip bunu gerçekleştiren mert bir adam belli ki. sorumluluğunun farkında, işleri yetiştirme telaşında.
peki ben? bir astronottan çok daha uzaktayım ve dünya'da, bir bilgisayarın başında bıraktığım bedenime bakıyorum. yetiştirecek işlerim var, yankıyı engellesin diye konferans salonlarının duvarlarına kumaş uygulaması çizmek zorundayım ama yapamıyorum, biraz yapıp geri çıkıyorum ve aynı sayfaya geri dönmesi epey zamanımı alıyor. japonların su gibi aziz mimarisinden sonra, tuhaf girintilerin çıkıntılarla seviştiği bir projeye zerre kadar inanmıyorum fakat para gerçeği var. bununla bağıntılı olarak kira, fatura ve kredi geri ödemesi gerçekleri de var. hayatın gerçeklerinden oluşan ilk onbir gerçekten çok güçlü, ancak yazarak kafa tuttuğumu sanıyorum. birisi uzaydaki son gününü geçirirken, ben uzanır gibi oturduğum ofis koltuğumdan yine yazı yazıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder