23 Mayıs 2011 Pazartesi

oyuncak gibi

her zamanki gibi başlaması için her zamanki hareketleri yaptığım bir gün, benden bağımsız parametreler sayesinde biraz farklı ve eğlenceli başladı. yolun kenarında otobüs bekleyip beatles dinlerken bir taksi yaklaştı ve camı indirdi. filmlerden öğrendiğim kadarıyla kafamı pencereden sokmadan "hayırdır" bakışı attım. adam antalya'ya yolcu almaya gittiğini, on kağıda beni götürebileceğini söyledi. ne zaman geleceği belli olmayan ama dolu geleceğine emin olduğum bir otobüste şanslıysam bir tabure şanslı değilsem de bana gözlerini dikecek bir horoz bulacak ve yol boyu onun gözlerine bakmamaya çalışacaktım.

taksiye atladım. genç bir adamdı ve kim bilir ne hikayesi vardı. onu sabahın altısında yolcu almaya kadar götüren şeyler neydi, belki de hiç bilemeyecektim. neyse ki insanlara "bana hayatını anlat, ne olursa olsun biraz bahset" motivasyonu sağlayan bir varlığım var. daha beşinci kilometrede adamın beden eğitimi öğretmeni olduğunu fakat bir türlü atanamadığı için taksiciliğe başladığını öğrenmiştim. sigara içmekten dudakları kararmış bu adam zamanında iyi koşar ve il çapında dereceye girermiş. öğretmenliği bir türlü kapamayınca masör olmuş. yıllarca otellerde masör olarak çalışıp envai çeşit milletten dilberin günahına girmiş. tek isteği zengin bir tanesini bulup hayatını kurtarmakmış ama tüm arkadaşları buna muvaffak olmuşken o bir türlü turnayı gözünden vuramamış. yüzde on komisyon aldığı masaj işi de sadece altı aylık olduğundan, kışın da yapacak bir iş aradıktan sonra taksicilikte karar kılmış. genelde pavyonlardaki kadınları evlerinden alma-kuaföre götürme-kuaförden pavyona getirme-pavyondan da tekrar eve döngüsünde çalışıyormuş. 

taksinin borçlarını kapattıktan sonra biraz para biriktirip kendi masaj salonunu açmak istediğini söylediğinde uykuyla uyanıklık arasındaki o bilinmeyen bölgedeydim. denizin üzerinden yükselen güneş yüzümü yakıyordu ve yorgundum. bir an önce akşam olmasını ve yatağıma kıvrılıp uzun bir uyku çekmeyi istiyordum. güllü "oyuncak gibi" şarkısını seslendiriyor ve kalın sesin üzerine yaptığı tiz kayıtla çiftegüllü bir ambiyans yaratıyordu. şarkı tahmin edilemeyecek kadar berbattı fakat az kalmıştı, bir saat sonra antalya şehir merkezine girdik. günün birinde masaj yaptığı zengin bir kadınla evleneceğine inanan taksiciye veda edip otobüse bindim. olması gerekenden yarım saat önce ofisin önündeydim ve açtım. adını "winterfell" koyduğum evime gidip mikrofalga fırında küçük ve sevimli atıştırmalıklar hazırladım. bir dilim ekmeğin üzerine terayağı, peynir ve domates koyduktan sonra bunları üç dakika bekletmek büyüleyici olabiliyor.

yeni bir hafta başlamıştı. fenerbahçe şampiyon olmuş, miami ve dallas da finalde karşılaşmak için bir adım daha atmışlardı. yaklaşık on iki saat önce olimpos sahilinde tuborg gold içip rüzgara ruhumu teslim etmişken, birkaç dakika sonra haftamın 5.5 gününü alan mesai tanrısına kendimi kurban edecektim. 

elindeyim işte oyuncak gibi diye mırıldanıp işime yürüdüm. 


Hiç yorum yok: