31 Mayıs 2011 Salı

in a day at the end of the may

daha mayısın son gününde "in a day at the end of the may" adlı yazıyı yazacağım...

bu cümleyi iki ay önce, henüz otelde kalıp eve çıkmak üzerine tahminlerde bulunduğum bir günde kurmuşum. hayatım tamamıyla tahmin edilebilir bir doğrultuda ilerliyor, işte mayısın son günündeyim ve eve çıkalı neredeyse bir ay oluyor. her şey yoluna mı giriyor yoksa beni yoldan çıkaracak denli sıradanlaşıyor mu pek anlamıyorum. şu bakış açısı ve iyimserlik-kötümserlik beni çileden çıkartacak. aynı şeylere farklı insanlar farklı yaklaşır fakat bir insan, aynı şeye iki gün arayla farklı yaklaşırsa, ne istediğini bilmeyen bir dengesizden öteye gidemez ki bu bana oldukça uyuyor. ruh halimin nasıl olduğunu bile bilmiyorum. yazmak istediklerimi temize çekmek yerine unutmaya çalışıyorum bir süredir, unutmak daha kısa sürüyor. devasa bir enerji tasarrufu projesi gibiyim, yıllarca uyumak istiyorum. bir süredir adam akıllı da uyuyamıyorum gerçi, on dakikada bir uyanıp yastığımın altındaki telefonumun saatine bakıyor ve "daha sabaha var" diye kendimi teselli ediyorum. sürekli bölünen bir uyku da, sonunda öldüğüm ve parçalara ayrıldığım rüyaları getiriyor. yeniden askere alıyorlar, dışarıda çatışma oluyor ve giden geri gelmiyor. askerliğimi yaptığım halde neden yeniden askere aldıklarını bile soramıyorum kimseye, silah sesleri binanın etrafını kuşatmış, biraz sonra öleceğimin bilincinde olarak koridorda dolaşırken yine gözümü açıyorum. sabaha daha var, kurşun sesleri ise bıçak gibi kesilmiş.

her sene ingilitere'den ailesiyle gelen ve ara sıra keşke blogta onun hayatını anlatsaydım dediğim dayım, dün gece bir aylık tatilden sonra geri döndü. hayatta sevdiğim tek çocuk olan prens hazretleri, giderayak bana gülen suratlı bir dövme yaptı. geçen sene dörttü, bu sene beş; seneye mayısta altı olacak. güzel çocuğu aynı yaşın farklı dilimlerinde bile görmedim daha. "goodbye obi wan" dedi, ben de ona "see you next year luke" diye karşılık verdim. star wars oyunlarımızın da sonuna geldik, bakalım seneye ne oyunlarla gelecek? 

okumakla oyalandığım ve bundan kurtulduktan sonra kendimi birdenbire 28 yaşında bulduğum bir hayatın salısında,  kendimi zamanda ileri atacak manevi bir mancınık peşindeyim. bu gece dallas-miami final serisi başlıyor. en son karşılaştıklarında, 2006'da istanbul'daydım ve bir türlü çizmekle azaltamadığım toplu konut projesinin teslimine hazırlanıyordum. bursa'da büyük bir toplu konuttu evet, iş ve kültür merkezi bile vardı. yeşil doku, binanın içine kadar nüfuz edecek ve zahmet olmazsa beni dersten geçirecekti. sonrasında kendimi dünya kupasına kurban edecektim, mimarlık üçüncü sınıf öğrencisiydim ve okulu dört senede bitiremeyeceğim kesinleşmişti. final jürisi iyi geçince dersi geçtim, dallas'ın finali iyi geçmeyince şampiyonluk gitti.

dirk'in minimum kırk sayı atmasını beklediğim serinin ilk maçında, son çeyrekleri beklemediğim kadar iyi oynayan miami'nin galip geleceğini tahmin ediyorum. wade son yüzüğü ben proje maketiyle jüriye giderken takmıştı, lebron  ise artık şampiyonluklar kazanmaya bir yerden başlaması gerektiğini düşünüyor. fakat diğer yandan kariyerinin sonunda bir kidd ve alman teknolojisi dirk'in son kurşunu var. gönlüm dallas'tan yana, wade ve lebron birkaç sene içinde mutlaka şampiyon olacaktır fakat bu sene, dirk ve kidd için son sene olabilir. tarafımızı belli ettik, yine gecenin bir köründe uyanma mevsimi geldi çattı.

hafta sonu bediüzzaman kankam onur istanbul'dan gelecek ve cumartesi çalışmayacağım, muhtemelen olimpos'ta sarhoş olup kaleden yuvarlana yuvarlana denize kavuşacağız. belki de çok uzun sene evvel yaptığımız gibi kanolarla güneşin bağrında dolaşıp, güneş çarpmasının yaşayan en büyük timsalleri olacağız. bunu kanımızdaki alkol bize fısıldayacaktır, onbir kilometre yokuşu bisikletle çıkmayalım yeter. yolda gören ambulans çağırmıştı amk!

özlemle beklenen mayısın da sonuna geldik işte tuborgers; haziran temmuz bir şekilde geçerse, ağustos da premier lig ve king kenny komutasında liverpool ile başlar. bir biranın arkasında, at the end of the september diye bir yazı daha yazarım belki. kim bilir?

Hiç yorum yok: