27 Mayıs 2011 Cuma

detoks

birkaç saat öncesine kadar ofiste oturmuş kesitlerin son köşelerini bıkkın bir edayla düzeltiyor ve maili atıp bu işten kurtulmayı dört gözle bekliyordum. birkaç bira ödülüm olacaktı, yorgundum ve çizgilerin savaşında ağır yaralıydım. maili attım, bilgisayarı kapattım, eve gelirken köşedeki marketten üç kırmızı kapıp güzel yuvama, winterfell'ime geldim. üzerimi değişene kadar biraz daha soğusunlar diye üç kırmızıyı buzluğa yatırdım. eski günlerin hatrına aldığım tuzlu fıstığı yüzey alanı dar bir kaba koyup yerden tasarruf etmeye çalıştım. tuhaf, binlerce metrekarelik otel projesiyle uğraşıyorum fakat birkaç cm2 için uygun kap arıyorum. ev tefrişi hala tamamlanmadı, acele de etmiyorum. bir orta sehpa, büyük bir çalışma masası bir de boynumu destekleyecek ve arkaya doğru sallanacak bir koltuk. fikirler içime yavaşça yerleşsin ve doğru ya da yanlış olduklarını sadece zaman göstersin.

eski dostum onur'dan çarptığım basket şortunun rahatlığında bilgisayarımı ve bir kırmızıyı aynı anda açtım. kırmızı tuborg'un işlemcisi çok güçlü olduğundan saniyesinde kullanıma hazırdı. dört çekirdekli bilgisayarım ise açılıp açılmamak arasında kararsızdı.

üç gün sonra...

gerek üç kırmızının rehaveti gerekse de bloglara girişin biraz zor olması nedeniyle, yazıya devam etmek ancak oldukça sıcak bir cuma sabahı mümkün oldu. dün gece çok içmişim, hala ayılamadım ve öğle uykusunu bekliyorum. ev beni kendime getirecektir belki de haydari yaparım. bırak beni akşama kadar saçmalarım. parmaklarımı kaldıracak gücüm yokken, bir yöneticiye modern bir ofis tasarlamam ve bunu modellemem gerekiyor. hemen karşısındaki duvara altın yaldızlı dev harflerle "her canlı ölümü tadacaktır" yazarsam, belki de bu hayatın gelip geçici olduğunu anlatabilirim. çünkü iş yaparken kendinden geçen hırslı insanlar var ben bunların odasının nasıl olacağıyla ilgilenmek yerine onlara haydari yedirmek istiyorum. alkol sınırımı aştığım için kendi kütlem kadar haydariye dönüşeceğimi de biliyorum ama kimin umrunda.

barın zemininde uzanıp tavana bakarken lost control çalıyordu, kaçıncı birada olduğumu hatırlamıyordum. duvarlarda deforme olmuş yüzler vardı, bir kadının ön dişlerinden birisi, diğerine göre bariz büyüktü. raflarda içkiler vardı ve spotlar öylesine yerleştirilmişti. barda pek kimse yoktu, çerkez olduğunu iddia eden ve bunu hararetle savunan uzun saçlı şampiyon vardı. bir bira daha içsem ben de çerkez olduğumu iddia edebilir, çerkez ulusal marşıyla barın üzerinde yürüyebilirdim. belki de çerkes diye yazılıyordur.

eve kaçta geldiğimi bilmiyorum, sadece doğru yerde uyandığım ve cüzdanımı da getirmeyi başardığım için mutluydum. şaka, mutlu değildim. sokayım işine deyip bir hafta boyunca uyumak ve haydari yemek istiyordum. gözlerim yarı kapalı geldim ofise, bilgisayarı açtım ve öğlen uykusunu beklemeye başladım. kaldı birkaç saat.





Hiç yorum yok: