30 Mayıs 2011 Pazartesi

kaldı 11

12 eşit takside böldürdüğüm öğrenim kredisi geri ödeme planının ilk kısmını biraz önce başkasının eline saydım, yetmedi 3.5 lira gelen su ve 0.5 lira gelip sitedeki ağırbaşları tedirgin eden elektrik faturamı da ödedim. cüzdanımda ağırlık yapan banknotları şubeye bırakınca hafif bir rahatlama geldi, iki yılın sonunda bitecek 11 taksitten sonra hiçbir kuruma borcumun kalmayacağını düşünüp gülümsedim, bu gülümseme "iki sene sonra mutlak özgürlük" sanrısının getirdiği acı bir gülümsemeydi. iki sene sonra başka borçlarım olacaktı ve tahminlerime göre şu andaki halimden daha fazla batağa saplanacaktım. özgürlük benim için kısa süreli bir yanılsamaydı, iki üç bira içtikten sonra olimpos sahilinde benim yanımda uzanan güzel saçlı bir kızdan fazlası değildi. biraz uzanıp denize geri dönüyor, bir öpücük kondurup sırra kadem basıyordu. başka bir zamanda karşılaşana dek, ben yine bir gün tamamen özgür olacağım yalanlarıyla avunuyordum. iki sene sonra otuz yaşımda olacak ve muhtemelen, imzamı kontrolsüz ergenler gibi sağa sola attırdığımdan bir sürü "son ödeme" planlarıyla uğraşacağım. bir arabam olacak ve benzin fiyatlarından şikayet ederken iki sene önce aldığım kararı hatırlayacağım:

iki sene önce... 30 mayıs 2011...

beni şehir merkezine getirecek otobüs yine ağzına kadar dolu, beklemeye devam etsem bile hiçbir şey değişmeyecek; hem dolu bir otobüste sıkış tepiş gidecek hem de geç kalacağım. güneş henüz doğmamış, gözlerim yarı açık, başıboş köpekler refüjlerde dolaşıyor. beni kovalamaya kalksalar kaçacak dermanım yok, belki çömelir ve bir sonraki cumartesiye kadar aynı şekilde kalırım. dolu otobüse bir şekilde giriyorum, koridor ve tabure ikilisi kollarını açmış beni bekliyor. otobüs, hastane servisi gibi yine. içlerinde tek sağlıklı adam benim fakat yüzümden düşen bin parça. koridor dar, ben genişim. benden daha geniş teyzeler, koltukların kenarından sarkıyor, herkesin bir sabah vakti olmaları gerekenden daha çirkin olduğunu düşünüyorum. arka sıradaki dörtlü, bir dans grubunun eksik halkaları gibi; kotlu ve kısa kol gömlekli. en genci kırk yaşında. kırk yaşıma geldiğimde bir yerden bir yere gitmek için otobüs beklemeyeceğime tanrıları bile uykusundan uyaracak denli keskin bir yemin ediyorum. koltuklar daha da büyüyor, beni koridorda daha fazla sıkıştırmaya başlıyorlar. çirkin insanlarla saatte yüz kilometre hızla şehir merkezine gidiyorum, bir kaza olsa beni diğerlerinden ayıramazlar. köftenin üzerindeki kaşar gibi başka bir bedene yapışır ve birkaç saat öncesine kadar hiç tanımadığım birisiyle sonsuza dek aynı mezarda kalmak zorunda kalabilirim. asker moduna geçiyorum. açlığa, strese, rezilliğe, anlamsızlığa ve darlığa karşı geliştirdiğim bu optimizasyon işime yarıyor. bir saat sonra otobüsten iniyorum. otuz yaşıma geldiğimde araba ya da motosiklet alacağım, yola çıkmak için bir şey beklemeyeceğim ve insanlardan sabah vakti nefret etmeyeceğim. en yakın zamanda ehliyet kursuna yazılıp araba almak için doğru yerlere doğru imzalar atmaya karar veriyorum. dikkat eksikliği nedeniyle şarampolden yuvarlanırsam da yuvarlanırım, sırf şu pazartesi sabahlarını yaşamamak için eve gitmemeyi bile düşünüyorum. 

otobüse biner binmez, şişmanlamaktan jabba the hutt'a benzemiş teyzenin "havada deprem havası var" kehaneti de beni bıktırıyor. artık, görmek istediğim insanlar dışında herhangi birisiyle sacdan bükülmüş herhangi bir mekanı paylaşmak istemiyorum. 

paraya inanıyor, zamanında aldığım kredinin geri kalan 11 taksidine bileniyorum. daha arabasına, evine gireceğim ablası. mevduatlarım olacak boy boy, otobüsün camına yapışmış adamlara "yeterince çaba göstermediniz demek ki amigolar" diyeceğim.



Hiç yorum yok: