27 Ocak 2011 Perşembe

saving private envelope

sigorta kaydım için gerekli olan ikametgah ilmuhaberini nasıl alacağımla başlamıştı tüm hikaye. en son istanbul beyoğlu'nda ikamet ediyor gözüktüğümden, bunu düzeltmenin sandığımdan daha zor olduğunu baştan kabul etmiş ve üstüne gitmemiştim. benim üstüne gitmekten çekindiğim şeyleri, bir günden kısa sürede halledip yoluna koyan gerçek zamanlı süperkahraman bir babam var. ikametgahımı aldırmış, bunu bir kağıda bastırıp zarfa koyduktan sonra da ofisime yakın bir yere yollamıştı. benim tek yapmam gereken zarfı almakken aklımdan çıkmış, sabah gelen "zarfı aldın mı?" sorusu, bu işin peşini bırakmayan babamın tehditvari nefis sms'iymiş. zarfı öğlen arasında gidip aldım. güneşli güzel bir gündü ve beyaz range rover'ına uysun diye beyaz çerçeveli güneş gözlüğü takmış havalı abla, tüm havasına rağmen kırmızı ışıkta bekliyordu. belki gözlüğe uysun diye cipi almış da olabilirdi, sonuçta mantıksız bir güruhun neyi ne kadar yapacağını asla bilemediğim bir hayatı adımlıyordum.

kaldırıma park etmiş iki tane motosiklet, zarf almaktan başka bir şey istemediğim bu öğleden sonrasında beni kışkırttı. birisi bmw 1100 gs idi. diğeri ise merhum motosikletimiz suzuki v-stromdu ve fırtınadan sorumlu devlet bakanı gibi tüm ihtişamıyla duruyordu. sidecase ve topcase'leriyle tam donanımlı iki yoldaşlardı ve biraz dinlendikten sonra güneye, daha güneye gideceklerdi belki. motosikletlerin yanından ağır adımlarla geçip elektrikli ocağımı her akşam kutsayan migros'a yürüdüm. birkaç ıvır zıvırla ofise dönmek amacındaydım. gittim sınırlı sayıda üretilmiş arası çikolatalı petibör aldım. sınırlı sayıda yazmasa böyle kepazeliklere para kaptıracak bir insan değilim ama bir daha böyle bir fırsat elime geçmeyebilirdi. elimde asayla kuytu ormanlarda deli dervişler gibi pişmanlıkla yürümek yerine petibörü almak daha kabul edilebilir geldi.

kasalar öylesine boş ve kasiyerler öylesine yoktu ki, elimde pötibörle birkaç dakika dikildim. önümdeki yağız da elinde bir kutu prezervatifle dikildi. hadi ben bisküviyle o kadar değildim de, bu çokolokosu gelmiş libido mahkumu ne yapacaktı peki? perşembe öğleni ne sikyosun aslanım sen diye kulağına fısıldamak ve çikolatalı petibörden birkaç tane bağışlamak istedim fakat o sırada mutsuz kasiyer göreve başladı. migros kartım vardı ama bir petibör için bunu cüzdanımdan çıkarmak bile bana daha pahalıya patlardı. o yüzden kısa ve net bir "yok" dedim. hiçliğe övgü müydü bilemedim. prezervatifi ödeyen pehlivan seri adımlarla dışarı çıkarken, ben ağır çekim hayatıma devam ettim. 

migrostan çıkıp yüzümü güneşe döndükten sonra da, günde en azından yarım saat dışarıda dolaşmanın yazmaya değer şeyler verdiğini ve bunu alışkanlık haline getirirsem blogumu zenginleştirebileceğimi, blogum zenginleşirse benim de bundan yüzde alacağımı ve ayın son günlerinde parasız bir berduş gibi dolaşıp yemek için pötibör alacağıma sarmısaklı mayonez-acı sos ileri ikilisiyle zenginleştirilmiş bir whopper'ı gönül rahatlığıyla mideme gönderebileceğimi düşündüm. bu düşünce sabun köpüğü kadar hafifti ama ne hikmetse uzun bir cümleye dönüştü.

ofise girdim, patronoviç yoktu. olsa bile pek görmüyorduk zaten. bizim seviyemize pek inmiyordu. mutfağa gidip bir kahve yaptım, tabağa pötibörleri yığıp ikametgah ilmuhaberini taşıyan zarfı da çekmeceye koydum. bir şeyler yazmak için yeterince sakindim ve "sigorta kaydım" diyerek yine nereye varacağını bilmediğim bir yazıya başladım.

6 yorum:

4numara dedi ki...

süper...

mies dedi ki...

günde bir saat yürümek gerçekten iyi gelirmiş:) alışkanlık haline getirmek ve sonrasında gelip yazmak lazım.

4numara dedi ki...

hele 27 ocak'ta manyak gibi güneş varsa.

mies dedi ki...

adamı şaşırtan, yoldan çıkaran bir güneş var. gölgeler soğuk ama. olması gerektiği gibi.

willy dedi ki...

olması gerektiği gibi ne demek lan. iice sosyal oldun lan başımıza. bi de feyse bok atarsın

mies dedi ki...

hele willime, yorum da yaparmış benim paralı sincabım. yorumsuz da diyebiliridim:) ortaya karışık da. yapmadığın şeyler mi ha!