22 Ekim 2010 Cuma

cennet batıda

costa-gavras'ın bu son filmini, iki ay önce ankara kızılırmak sinemasında izlemiştim; film gün geçtikçe içimde demlendi ve bu aralar sık sık aklıma gelir oldu. zaten bu kişisel alanımda, her şeye burnumu sokmak isterken film eleştirisi yapmamak olmazdı. ama önce, mekandan bahsetmem lazım gelir; çünkü şunu belirtmekten ara sıra da olsa keyif duyarım ki ben mimarım. mimar olmak için başka bir üniversiteyi bırakıp yeniden öss'ye ve istanbul gibi cadı kazanına girdim.

kızılırmak sineması eski bir sinema, bir apartmanın bodrum katını işgal etmiş gibi. merdiven boyunca ilerleyen film afişleri kronolojik değil ama hepsi de birbirinden güzel seçilmiş. basamaklar yıpranmış, mekan köhne. son model sinemaların dijital kapıları yok, tüm salonlar ortak bir alana açılıyor ve bu alana küçük bir büfe hizmet veriyor. büfeci ve yer gösterici aynı adam ya da ikiz kardeşler çalışıyor. almodovar'ın hable con ella'sının afişi hemen merdiven bitişinde kendisine yer edinmiş ki söz konusu filmi bundan yaklaşık sekiz sene önce, çok soğuk bir günde yine ankara bahçelievler'de bir sinemada izlemiştim. afişler zaman yolculuğu bakımından epey faydalı, isabetli.

kızılırmak sineması'nın yaklaşık otuz sene öncesinde kalmış salonları ve yine aynı yaştaki hafif rutubetli kokusu, perdede oynayan filmin de en az otuz yaşında olduğunu düşünmemi sağladı. film zamansız başladı, hangi yıllarda geçtiğini öğrenmek yarım saat sonra 2010 model bir setra ile nasip oldu. kimliksiz elias, üzerine giydikleriyle kimliğini kazandı. bir insanın başka insanı değerlendirme kriteri, giydiğiyle ya da kullandığı arabayla şekillendi. yabani elias batıya ulaşmaya çalıştıkça ben de ona oturduğum yerden yardımcı olmak istedim, o polislerden kaçarken polisleri oyalamayı düşündüm. memleketinde bir şey bulamayıp yollara düşen bu talihsiz adam, içindeki umudu her an korurken; tüm dünya, elias'ın cebinde parası ve statüsü olmadığı için ona karşı durdu. sınırlar zor geçildi, mültecilerin cansız bedenleri bir sabah sahile vururken; başkaları sadece paraları olduğu için tatil köyünde keyiflerine baktı. sadece para sahibi olmanın nelere imkan verdiğini, parasız olmanın da modern dünyada en büyük günah olduğunu gösterdi yabani elias, kimseyle konuşamadı. 

son umudu paris'ti, gittiği gün yağmur altında kaldı. kolluk kuvvetleri güçlüleri, güçsüzlerden korurken; cennetin batıda olmadığını söyledi bize. cennet, bu dünyada parası olanaydı. coupe bir bmw, lüks tatil köyleri, uçak biletleri, pahalı ceketler, güzel yemekleri satın alan tek bir şey vardı, o da paraydı ve ne yazık ki elias'ta yoktu. insan olmanın önemi, cebindeki parayla katmerlenirken; sabah erken saatlerde, şişmiş mülteci bedenleri tatil köyünün sahiline vuruyordu.


filmden çıktık, ağustosun son günlerinde ankara serindi. tunalı'ya yürümek için güzel bir gündü fakat elias'ın dramı içimize oturmuştu. aylar geçtikten sonra film içimde demlendi, büyüdü ve yerleşti. bir mültecinin bedeni daha bu sabah, akdeniz'de bir yerde kıyıya vurdu.





Hiç yorum yok: