25 Ekim 2010 Pazartesi

1420. pazartesiden notlar


ortalama yedi günde bir pazartesi yaşayan ve bundan zerre keyif almayan birisi olarak durum değerlendirmesi yapmak benim de hakkım. peki bu neyin durumu olur? hayat, evren ve her şeyin durumu tabii ki, küçük ölçekli işler için zihinsel mesai yapamam. masrafını kurtarmaz.

şans oyunlarından yana dibe vurduğum ve daha onuncu dakikadan yatan kuponlarımla iddaaya lanet ettiğim iki gündü, psv'ye 10-0 yenilen feyenoord'a şans vermek dışında yapabileceğim tüm berbat seçimleri yaptım. banko maçlar daha onuncu dakikadan iptal oldu, sinirlendiğimle kaldım. liverpool, blackburn'u ölesiye boğarak ve sağlı sollu kroşelerle diz çöktürerek 2-1'lik hayati bir galibiyet aldı. carragher, sağ bek oynamasına rağmen yine kale çizgisine inip kendi kalesine gol attı. şaşırtıcı derecede bir istikrar var carra'da, bazen hat-trick yapacak diye korkuyorum. takım armasına bedevi silüeti eklense çok değil, bu kadar şanssız bir takım daha görmedim; binlerce atak yapıp sadece iki gol atmak yine iyi de; geçen sekiz haftanın hesabını kim ödeyecek? doksanıncı dakikada reina'nın kendi kalesine attığı gol ile 1-1 biten arsenal maçı peki? berbatov'un durduk yere üç gol atması, birisi yaşlı rövaşatası olmak üzere? kötü başlayan lig, yeni bir ivmeyle toparlanabilir. üç haftalık bir seri, liverpool'u rahatlıkla ilk sekize sokar ki gerisini stevie g halleder zaten.

cumartesi evdeydim, iki kırmızı bir gold ile gündüz bira keyfi yapıyordum evde kimse olmamasının şerefine. biramın son yudumunda kardeşim geldi ve "devam" dedi. altılı bir paket daha yaptırdık altın yaldızlı. kutuları iyi kamufle edip, kimseye çaktırmadan çöpe attık. haftada bir olan evde içme hakkımızı, başka bir güne taşıdık. bu gün, pazar oldu; çıralı'da tuttuğumuz bir poşet balığın yanına ikişer gold alıp enfes deniz balığını, patates kızartması ile taçlandırdık.

pazar günü, şirketinin kardeşime verdiği yeni arabayla çıralı'ya gitmekle başladı. hazır top sahası da varken, tek eksiğimiz futbol topuydu. bir öncekini çalıların arasında unutmuştuk, ayakkabılarımız bile varken topsuz olmazdı. klasik tasarımlı topu da alıp öyle geçtik volkanik kumsala. deniz, en iyi beş çıralı denizi listeme bir numaradan girdi. su inanılmayacak derecede berraktı; sahilden, denizin içindeki balıklar bile sayılabiliyordu. tavuğu oltaya takıp salladık denize, bir dakika sonra babam ilk balığı yakaladı. bu kahrolası bir balon balığıydı ve onu aşağılamak zorunda kaldım. bir sonraki balık da yine aynı türden gelince, balık hevesim kaçtı; kendimi geçen hafta will ve sevgilimle gittiğim siyah taşlı gizemli geçişe fırlattım. biraz kaya tırmanışı, biraz da yükseklerden denize atlamanın o heyecanlı birkaç saniyesi. güzel bir gündü, hava sıcaktı. kayanın tepesinde 14 ağustos 2008 tarihli hürriyet buldum, gezi eki de vardı ve oturdum bir çırpıda okudum. bizimkilerin yanına geri döndüğümde, yenilebilir balıklar bir poşetin içinde istiflenmişti. kısmetimiz açılmıştı ve akşama balık yiyecektik. bir olta da kendime aldım, daha denize değer değmez kurşun bir tane sarıkanat yakaladım. mızrakla balık tutsam daha uzun sürerdi sanırım, balığı çekerken ki o anlatılmaz keyif yüzümü güldürdü. kısa sürede dört tane sarıkanat çektim, çok büyük değildi fakat tavada şık dururdu. annem, tavuk küpleri kesiyor, babam oltaya takıyor; kardeşim ve ben de olta sorumlusu olarak balık tutuyorduk. düşük bütçeli bir aile şirketiydik, yüzümüz gülüyordu. çekirdek aile kavramını iyi dolduruyorduk. herkes genç gözüküyordu ve bu bir yanılsama değildi. genç anne-baba olmanın bir getirisiydi. balık tutma işini babama devredip futbol sahasına geçtik, kale arkasındaki sık çalılar topun sonsuza gitmesine engel oluyordu. beşer penaltı çekiştik, kardeşin sol ayağı dün itibariyle benim sol ayağımdan daha iyi olunca, perişan olan ben oldum. kan ter içinde kalmıştık, birkaç bira hiç fena gelmezdi fakat güneş batmak üzere olduğundan eve dönmek gerekiyordu. babam yıllar sonra ilk defa fener- gassaray maçı izlemeyeceğini söylüyordu.

"bu balığın yanına bira ne güzel olur" dedi kardeş, bu hafta evde içmediğimizi sandıklarından teklifi kabul ettiler. altılı külçe gold ile eve girdik, yorgun ama mutluyduk. balıklar tavada kızarırken, birer bira açıp babamın ilk motosikletinden konuştuk. kendi tuttuğumuz balıkların lezzeti, bir sonraki hafta tam teşekküllü gitmek için bize cesaret verdi. bir pazar günü daha bitti, yeni bir hafta daha kimseyi umursamadan başladı.



Hiç yorum yok: