20 Ekim 2010 Çarşamba

dört element haftası - perşembe

- bütün bunları unutmaktan korkuyorum doktor,
- o zaman şu koltuktan kalk ve bilgisayarını açıp her şeyi yaz evlat, unutmadan her şeyi. fotoğraflar sana yön gösterecektir, bağlantılar ise zihninde mevcut.
- nereden başlayayım peki?
- perşembe öğlen kaş otobüsü beklerken çöktüğün kaldırımdan başla ve bırak aksın.

perşembe öğlen sırt çantam ve fotoğraf makinemle evden çıktım, evin yüz metre ilerisindeki yolun kenarına çöküp yaklaşık kırk dakika kaş otobüsü bekledim. gelecek gibi değildi, ekim rüzgarları yaprakları sallarken moleskine büyüsü yapmaya karar verdim. ne zaman bir sayfa yazmaya kalksam otobüs geliyordu ve yazım yarım kalıyordu. bu sefer de öyle oldu ve beş dakika sonra kaş'a giden yoldaydım. planlar karışıktı, sadece bira içeceğimizden emindim. 




öğleden sonra yağmurlu kaş'a varıp sahile indim, limanı çaprazdan gören bir mekandı ve willy her zamanki gibi ben gelmeden içmeye başlamıştı. ona neden efes içtiğini sordum, cevab veremedi. laptopunu açmıştı ve amatör fotoğrafçıları çektiğim fotoğrafa bakıp gülüyordu. yarım ada tarafına sürdük, kocaman evler ıssızdı ve ortalıkta pek kimse yoktu. kaş öğretmenevi, biraz önce zombilerin saldırısına uğramış gibiydi. kahve makinesi dışarıdaydı, havuzun üzerinde birkaç sarı yaprak vardı. bilgisayarı bile içeri alacak zamanları kalmamıştı demek ki, nerede olduklarını bilmediğimizden bahçesinde biraz dolaştık. kimselerin yaşamadığına kanaat getirince, yarımada'nın yıllar önceden fotoğrafını çektiğim bir koyuna yanımızda genpadan aldığımız ve tuborg çantasında muhafaza ettiğimiz goldlarla indik. kayalar sivriydi ve yağmur inceden başlamıştı. turkuaza boyanmış eski bir planet motor, zeytin ağaçlarının arasında dinleniyordu. rengi güzeldi ve kendisine yakışıyordu; eskilerin o yumuşak geçişli estetiğinin iki tekerlekli asil bir kanıtıydı ve iyi poz veriyordu.






yüzümüzü meis'e ve küçük adalara dönüp buz gibi biralardan yudum aldıkça hayat olduğundan daha güzel bir hale geldi. üstüne bir de rajaz dinleyince devre tamamlandı ve oturduğumuz yerden ışık yaymaya başladık. koyu bulutlar geceyi erken getirdi, kendimizi limana bakan başka bir köşede bulduk. dalgıçlar fenerbalıkları gibi ilerliyordu önümüzden, pansiyonda pes 2011 oynamamız gerektiğinden nevaleyi yüklenip yarımada üstündeki meis manzaralı ve geceliği adambaşı 25 kağıt olan iki katlı, büyük bahçeli hamarat pansiyona geçtik. odada mini buzdolabı bile vardı, üzerine laptopu kurup başladık oynamaya. deve gibi içtiğimizden top hakimiyeti zor oldu ve willy gerçekten iyiydi, iki onluk (galibiyetin üç, beraberliğin bir puan olduğu ve ona ulaşanın kazandığı bir sistem) kaybedip yatağa yığıldım. goldlar manga düzeninde dizilmişti ve perşembe günü çok içerek, gülerek ve pes oynayarak bir pansiyonda son bulmuştu.



Hiç yorum yok: