2 Ekim 2010 Cumartesi

yağmuru beklerken

yağmur görmeden ölmek istemeyen birçok ihtiyarın son dileği ne yazık ki yerine gelmemişti. eylülün bitip ekimin başladığı bu günlerde yağmur yağmamakta diretiyordu. bulutlar ovayı kapattı, rüzgar bir şeyler söylemek ister gibi kapıları zorlamaya başladı. ortalıkta pek kimse dolaşmadığı gibi, insanı tedirgin eden bir durağanlık caddeleri kaplıyordu. arabaların nereye kaybolduğunu bilmiyordum, ailem de saatlerdir ortada yoktu. hayatta kalmak için biraz film izlemem, biraz da yemek yemem gerekiyordu sanırım. sabahtan beri bir şey yememiştim, ağzımı konuşmak için bile açmamıştım. bu sırada bulutlar biraz daha alçaldı, yağmur taşımak için değil de aramızdan birisini almak istiyor gibiydiler. yıllar önce insanların arasına gözlemci diye bıraktıkları casusu geri götürmek için gelmişlerdi, son dileği yağmur olan ihtiyarların "bugün yağacak heralde" deyip ölüm döşeklerinden doğrulması boşunaydı. ölen, öldüğüyle kalmıştı; geride kalanlar ise yağmurun ne zaman yağacağını pek umursamıyor gibiydi.

rüzgar biraz daha arttı, evdeki kapılar öfke nöbetine tutulmuş gibi çarpmaya başladı. denizden gelen binlerce hayalet evin pencerelerinden içeriye girmeye çalışırken perdeleri uçurdu. tuhaf bir gün oluyordu, belki de yeryüzüne gönderilen casus bendim fakat bana verilen görevi uzun seneler önce unuttuğumdan görevden almaya gelmişlerdi. okula gitmek önceliklerimi değiştirmiş ve matematik, aklımın tüm odalarını yıkmıştı. formüller ve bilinmeyeni bilmek için uğraştığımız denklemler, beni amacımdan saptırmış ve sınav tedirginliğinden başka hiçbir şeyi önemsemediğim yılları getirmişti. kendimi kaybetmiştim insanların arasında.

perdeleri bir kenara toplayıp gökyüzüne baktım, dünya renklerini yitirmeye başlamıştı. yağmur yağıp güneş açsa bile ortaya çıkacak gökkuşağı muhtemelen gri ve tonları şeklinde olurdu. ağaçlar, siyah tozlarla kaplanmış gibiydi. sokaklar bomboştu ve uçuşan poşetlerden başka trafiği kullanan yoktu. ölü bir şehirdi burası, gökyüzünde bulut değil de mezarların üzerini örten kara toprak vardı sanki. neden hiç insan görmediğimi merak ediyordum, insan sesini duymayalı da uzun zaman olmuştu. sesimi duyurmak için ağzımı açıp bağırdım, birden toprak doldu. ne olduğunu anlamıyordum, hareketlerim ağırlaşmıştı. bulutlar üzerime o kadar yaklaşmıştı ki, bir an önce yağmur yağmadığı takdirde ezilecektim. kemiklerim tuzla buz olacak ve kimsenin anlamadığı şekilde ölecektim.

endişelerimin yersiz olduğunu, damağımdaki tadı belli belirsiz anladığımda fark ettim. eskilerden kalma bir tattı bu, okul öncesi dönemlerimden kalma; demir eksikliği çekip istemsiz olarak toprak yediğim o anlardan yadigar. ağzımı açtıkça toprak geliyordu, yağmurun yağmasını bekliyordum. ölmeden önceki son dileğimin yerine gelmesini isterken, artık toprağın altında kalan bir ihtiyar olduğumu fark edemeyecek kadar çok istiyordum.

1 yorum:

turkuaz dedi ki...

Balıklarımı kardeşime emanet ettim.su bi bulanıııııık.sordum cevap vermedi.bana baktı sadece.ama anladım tabi kuş besleyen birinin benim balıklarımı da okşamaya çalışacağını.gözlerinden anladım.suyu bile okşamış...
bizi de kendine benzettin
sağ ol…