insanların iphone 4 ile samsung'un galaxy'sini karşılaştırdığı, ekran övdüğü, işletim sistemlerinden ve aplikasyonlarından dem vurduğu, buna bütçe ayırıp uzun uzun araştırmalara girdiği günlerdeyiz ve benim tek problemim, küçük ve uyduruk cep telefonumu bir türlü yanımda tutmayı başaramayışım. çoğu zaman hangi cehennemde olduğunu bile bilmiyorum, bulduğum zaman ise cevapsız çağrılar ve mesajlara bakıp suçluluk duyuyorum. bu suçluluk, yedi sene boyunca aynı numarayı kullanıp herkese bu numarayı verdiğim yıllarda daha muazzam boyutlardaydı. bazı günler çağrı-mesaj ikilisinde double-double yaptığım olurdu. insanlar, benim cep telefonu özürlüsü olduğumu bildiğinden bunu çok ciddiye almazlardı. sadece arada sırada kabul edebileceğim şık küfürler gelirdi ve bunları göğüsleyebilirdim. kabul etmek gerekir ki, cep telefonum benim cebim yerine çekyat aralarını, sırt çantası diplerini, yastığın içini ve bunun gibi tuhaf yerleri çok sevdi. bazen iki üç gün görüşmediğimiz zamanlar oluyordu, geri geldiğinde onu cevapsız çağrılardan yorulmuş halde buluyordum. kimse aramasa bile yorgunluktan titriyordu, benden nefret ediyordu.
bir sonraki cep telefonumun, ben onun kapsama alanından çıktığım zaman ciyak ciyak bağıracak çirkef bir model olmasını istiyorum. ekranı geniş, dokunmatik; işletim sistemi çok kullanışlı olmasa da olur. onsuz odadan çıkarken "dur bakalım genç" diye arkamdan seslensin, yapay zekası bana düzenli hakaret etse de olur. ben başladım, sevgilimin silmeye kıyamadığım mesajı bitirsin madem:
"tek yapman gereken telefonu odada bir yere koymak ve sesini açmak. gerisi çok kolay oluyor zaten."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder