12 Mayıs 2011 Perşembe

mikrodalga günlükleri

mikrodalga fırınım "hal9000" e yavaştan ısınmaya başladım, iyi anlaşıyoruz. evi uçuracakmış gibi hareketlerde bulunmuyor, ben de onu içine metal zımbırtılar koyarak kışkırtmıyorum. sabah, çiçek ekmeğin her bir yaprağı arasına tereyağı, kaşar ve domates koyduktan sonra dört dakikaya ayarladım ve sonuç gerçekten baştan çıkarıcıydı. kaşarlar, domateslerin üzerinde erimiş ve son zamanların en görkemli kahvaltısını önüme getirmişti. tek başıma yaşadığım evimde mutlu olmaya başlamıştım, gece yağan yağmurun topraktan çıkan kokusu açık penceremden içeri girerken, bergamotlu çayım hayatın sandığımdan daha güzel olduğunu ve cümleyi bir an önce bitirmezsem elime yüzüme bulaştıracağımı söylüyordu. bir yengeçtim ve artık bir de kabuğum vardı. bee gees'ten i started a joke dinleyip yemek yapabiliyor, daha doğrusu annemin hazırladıklarını ısıtabiliyordum. en fazla dört dakikada sıcak yemeğe ulaşabilmek garip geliyordu. tek yapmam gereken, işime kendime vermek ve burada kalıcı olmaktı. dünya'yı başkaları benim yerime gezerken, ben mikrodalganın içinde yavaşça dönen ekmeklere bakarak da iyi vakit geçirebiliyordum.

akşam yemeğinden sonra çayımı koyup bilgisayarımın karşısına, game of thrones izlemeye geçerken aklıma eski günler ve ev arkadaşım geldi. çay bağımlısıydı ve sadece yemekten sonra içilen çay keyfi için yemek yapardı, ders arasındaki çay için okula gelirdi, mola yerlerindeki demli çay için de otobüse binerdi. evimizde çayın altı hiç sönmezdi, sürekli kısık ateşle beslenen küçük bir ejderha gibiydi çaydanlık. bazen, fazla merhametsiz olduğumu ve insanları hayatımdan çıkarırken biraz daha düşünmem gerektiğini düşünüyorum. özel hayattan insan silerken geri dönüşüm kutusuna göndermiyor, shift-delete ile onu yok ediyorum. yalnız yaşamaya alıştığım için bunu çok da sorun ediyor değilim fakat yine de bu kadar kolay silip atmak olmuyor. asker arkadaşlarımda da aynı şey oldu, bir daha görüşmedim, görüşmeye de çalışmadım. bardaki arkadaşlarım, yurttaki arkadaşlarım derken; içine girip çıktığım mikrohabitatlar zamanla son buldu, sadece izlerini taşıdım. 

bugün ise sitenin hemen yanında semt pazarı kuruldu fakat bir şeye ihtiyacım yok. belki çilek alır ve yarım kilo çilek yedikten sonra meyvelerden pek hoşlanmadığımı düşünürüm. belki de köy mahsülü süzme yoğurt bulur, onunla haydari yaptıktan sonra da ilk haydari dansı yaparım kareli zeminde. 

kablonet almaya karar verdim, kampanyaya modem dahil değilmiş; modemi de hepsiburada'dan sipariş ettim. bakalım daha önceki online alışverişlerim gibi bu da dağdan döne döne inecek mi? kablonet için aradığım firmanın  bana sürekli daha pahalı kampanyayı satmaya çalışan civelek sesli pazarlamacısı beni epey yıldırsa da, iki yıllık taahhütlü ve ilk yılı yüzde elli indirimli enfes bir kampanyaya dühul ettim. hd box olmasa da olur, zaten 55 ekran tüplü var amk. lcd tv alacak parayı bulursam da, o parayla öküz alır, evin önüne bağlarım.

doğru zamanda doğru evi buldum, o yüzden keyfim yerinde; doğru zamanda doğru kişiyi bulursam da "benimle evlen natalie, çocuğumuzun adı mathilda olsun" derim. kabul ederse de, ona mikrodalga fırınımda çilekli turta yaparım.


2 yorum:

Unknown dedi ki...

Kısır döngü... :) Arkadaşları silmek hakkında dedikleriniz doğru.Öylesine silince de birşeyler yarım kalmış gibi oluyor.Ne kadar düşün yada düşünme aklına geçmiş günler geliyor elinde olmadan...Onlar da bir adım atmıyor ki siz konuşmayı isteyin.Herkes umursamaz da biz umursuyoruz birtek sanki...Neyse gelip geçer bunlar.
Hayatınız güzel, kahvaltılarınız güzel, yemek bilginiz güzel ama birşey eksik gibi sanki..
iyi yaşamalar...(yeni blog sahibi yeni izleyiciniz.)

hevesli bardak dedi ki...

4 dakikada domatesler kendinden geçmiyor mu ya, 1 dakika bile kaşarın erimesine yeter de artar gibi geliyor bana.