27 Eylül 2011 Salı

daha mutlu

monitöründen çıkan beyaz ışığın yarım yamalak aydınlattığı odasında kendisini karşısına alıp "güne kahveyle başladım" dedi. 

şarkıya mı eşlik ediyor yoksa bitmek bilmeyen günün z raporunu mu çıkarıyor belli değildi. 18 saat önce kendisine kahve yaptığını ve bilgisayarın başına geçtiğini hayal meyal hatırlıyordu. biraz okumuş, defterine birkaç şey karalamış, mahallesinde ağlayan çocuğa bağırmış, evde kulaklık aramış, rüzgara binmeye çalışmış ve akan saatler biraz yavaşlasın diye google'a "zamanı yavaşlatmak" yazıp aratmıştı. yapması gereken iş, yolu kapatıp arabaya bakan laftan anlamaz öküz sürüsü gibiydi. ne geliyordu, ne tamamen gidiyordu. milyarlarca insan varken dünyada, o işi onun yapması gerekiyordu. gereği buydu, hayatının gerekleri üzerine beyin cimnastiği yaparken istifa etmeyi etraflıca düşündü. başka bir yerde gireceği döngüden fazlasını getirmezdi istifa, her şeyi berbat ederdi.

midesinde duran iki litre kolanın vicdan azabını hissetti bu seferde, elini çıplak karnına götürdü ve hamilelerin çocuklarının tekmesini dinlemeye çalışması gibi kulak kabarttı koladan çocuğuna. uyumamak için geliştirdiği ölümcül bi stratejiydi damarlara kola yüklemesi yapmak. yurtta kalıp okula gittiği dönemlerde 2.5 litrelik kolayla çizim odasına girer, bitmiş çizimler ve saçma bakan gözler ile sabahın köründe çıkardı. discmanine pil, midesine kola dayanmazdı. 

cumartesi bitirmesi gereken işi, motivasyonsuzluktan, pazartesi sabahına giden trenin pazar gecesine bakan yarı sahasında ancak bitirmişti. memeli hayvandan çok, kümes hayvanı gibi davranıyor; son dakikaya kadar beklemek kuralını asla bırakmıyordu. 

"iyi halt ediyorsun, şimdi mutlu musun?" diye sordu kendine. bitirdiği çizimler yahut teslimler sonrası mutlu olmuyordu artık. ne ilk ne de son, mutlak değer olarak her şey aynıydı ve sıfıra tekabül ediyordu. bir şey başarmış değildi, bir şeyler kanıtlamış da. anlamsızlık okyanusunda sakince kulaç atıp, teklif dosyasını göndereceği simetri ve detay manyağı başka mimarın olası kaprisinde "siktir oradan" çekip çekemeyeceğini düşündü. mimar egosundan ve kendilerini dünyanın merkeze almalarına neden olan bencilliklerinden bir kez daha nefret ederken, kendisine başka bir meslek hayal etti. istifa ettiği gün, bir daha mimarlık yapmamak üzere çıkacaktı ofisten. bir daha çizim programlarının binlerce butonluk kontrol panellerine bakmayacak şekilde uzaklaşacaktı. santimetrenin hesabını yapan insanlarla aynı çatı altında buluşmayacak şekilde koşacaktı. kendisine dair ütopyalar uydurup, gerçekleşme olasılıklarını hesapladı. zerre uykusu yoktu, sabaha kadar yazmayı düşündü. aynı şeyleri yazdığı halde, yazmak bedenine dizilen sıcak taşlar gibiydi; rahatlatıyordu. çizmekten ve projelendirmekten çok daha zevkli, çok daha sonsuz ve çok daha az yorucuydu. 

"ağzım kuru, zihnim açık" deyip şarkıyı mırıldanmaya devam etti. "aşk bitti, aşk aptallıktı" kısmında sustu, ne diyeceğini bilmiyordu bu konu hakkında. aşk bitmişti ama aptallık mıydı? peki ya ara sıra girdiği pişmanlık krizlerine ne diyecekti? bu soruları cevaplamadan atladı, kendisiyle hesaplaşmaya korkuyordu.

içindeki öfkeyi ehlilleştirip yatağına yatırdı, sakin olmak ve akil tepkiler vermek istiyordu hayata. birçok şeyi yanlış yapıyor, zaman hızla akıp giderken kenarda bekliyor ve ayaklarına bakıyordu. "derken bir anda fark ettim, başka bir hayat yok ki" dedi şarkıdaki adam, yeni mi farkına varmıştı başka hayatın olmadığının? aklına eski sevgililerinden biriyle izmir fuar açıkhava'da gittiği mor ve ötesi konseri geldi. güzel ve akıllı bir kızdı, iki tane şişe biradan fazlasını içmez ve sesini hiç yükseltmezdi. güzel bir ismi vardı her zaman insanın karşısına çıkmayan. bir eylül zamanı olsa gerek, bir eski zaman. 25 temmuz'da yedikleri bir dondurmanın çubuğunu "eski eşyalar çantası"ndan çıkarıp baktı. çıkmaya başladıkları günü, tahta saplı magnum ile resmileştirmişlerdi. adlarının baş harfi ve o günün tarihi. "5 sene geçmiş bile" dedi. 25 temmuz, aynı zamanda anne ve babasının evlilik yıldönümü olduğundan gün içerisinde ilk defa gülümsedi. tesadüfleri pek severdi. gerçek üstü herhangi bir şeyi sevdiği kadar çalışmayı sevse belki her şey biraz daha farklı olabilirdi ama sevemedi bir türlü.

ironik şarkı "daha mutlu olamam" biterken, kendisi de tükenmişti. saat 04.00'e yaklaşırken, 4 saat sonra uyanacak olmasından nefret etti. geçtiğimiz haftalarda yükselişe geçen hayatı, tepe noktasında biraz durmuş ve düşmeye başlamıştı. kendisini okuyacak insanların boğulma sesleri kulaklarını cırmalamadı, okumak zorunda değillerdi ama kendisi bunu boğazına kadar yaşıyordu. gelecekteki kendine yazdığı mektupta başkasına göre pozisyon almak samimiyet damarlarına boyuna kesikler atardı, ihanet olurdu. umursamadı, yüzyıl başı genç mimar buhranlarını tanımlama serüveninde bir adım daha attı. 

daha mutlu olması imkan dahilinde değildi.


10 yorum:

Adsız dedi ki...

ne derin bir adamsın.

Adsız dedi ki...

duyduğum şeyin gerçek olmasını istemiyorum.. hayır, böyle bir acıyı hak edecek en son insansın!..

Adsız dedi ki...

kötü bir şey olmadı değil mi? olmak zorunda değil.

Adsız dedi ki...

olmuş gibi görünüyor :( birileri bizi bilgilendirebilse keşke...

Adsız dedi ki...

mies lütfen bir şeyler yaz. twitter olur, sözlük olur, burası olur... yeter ki iki kelamını görelim. seni bizden daha fazla esirgemesen?

Adsız dedi ki...

bugün de mi(es)? sessiz kalacaksın...

Adsız dedi ki...

üşüyoruz mies reyiz..

Adsız dedi ki...

Arkadaşlar, biriniz ne olduğunu söylese.

Adsız dedi ki...

Daha Mutlu: Yazma eylemini, adeta bir ritüele dönüştürmüştü genç adam. Yazdıkça kendisini tanıyor ve dünyanın dört köşesinde birbirinden tuhaf dostlar ediniyordu. Artık başlamıştı bu işe bir kere ve bırakmak olmazdı.
Derken bir şey oldu.. Ne olduğunu kendi bile anlamadı, anlamak istemedi; değil ki bunu dünyanın dört yanından edindiği tuhaf dostlarına anlatabilsin? Takribi üç haftadır tek kelime etmemişti. Klavyesinden çıkacak ilk harfe kulak kesilmişti adeta bildiği ve aslında bihaber olduğu herkes! Anlatacağı şeyden, vereceği haberden, ya da her ne haltsa işte ondan korkan bir kesim yaratmıştı "kırmızı"ya adadığı dünyasında. Bu kulak patlatan sinir bozucu sessizliğe alışkın değillerdi ne de olsa...

mommo dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.