1 Şubat 2011 Salı

ok computer

bilgisayarla haşır neşir olmam 1999'da; radiohead'in akıllara durgunluk, ruhlara tedirginlik veren albümü ok computer ile tanışmam ise 2002'de oldu. ikisini bir arada devam ettirmeye çalışıp bu birlikteliğin artık yürümeyeceğini anlamam ise biraz önce gerçekleşti. torres'in transferiyle bozulan moralimin güvertesinde, beş yıldızlı otelin çatısını modellerken kısayolların çalışmadığını fark ettim. sahneyi çeviremiyor ve komutları giremiyordum. program manyaklaşmıştı ve her an her şey olabilirdi. o sırada dinlediğim radiohead:


fitter happier
more productive
comfortable
not drinking too much

dörtlüğüyle bu kişisel teknolojik kıyametimi daha da anlamlı kılıyordu. dosyayı kaydedip kapattım ve sonra yeniden açtım. klavyenin beyin ölümü gerçekleşmemişti, cinema 4d dışında her şeyi kullanabiliyordum ama sadece cinema 4d kullanmam gereken bir salıdaydım. otel beklemezdi, otel sahipleri bugün yarın ilk görselleri istiyordu. otel sahibiysen ve yeterince paran varsa dünya'daki her şeyi bugün yarın isteme hakkın da kendiliğinden gelir. bu görselleri hazırlayacak adamın, dünya'nın başka ucundaki transferden bozulan morali gibi şeyler aklının köşesinden geçmez. milyon dolarlık adamsındır ve emrinde yüzlerce insan çalışır, bir kelimene  bakar her şey. program kısayolları çalışmamakta ısrar edince, dünyanın en büyük sihri olan restart atmayı kullanmaya karar verdim. elim küçük butona uzanırken kulaklığım da şunları söyledi:

slower and more calculated
no chance of escape
now self-employed
concerned (but powerless)

bilgisayarların açılma süresi kadar beni çileden çıkartan ve boş bir hayat yaşadığıma ikna eden başka bir şey olmadığından bu kayıp zamanı mutfağa gidip bir kahve yapmak için harcadım. suyun kaynamasını beklemekten ve her biri ayrı paketlenmiş küp şekerlerden de nefret ederek birkaç dakika sonra açılmış bilgisayarın başına çöktüm. tedirginlikle programı açtım, eğer sorun devam ederse başım gerçekten belada olacaktı ve programı yeniden kurmanın o insanın şakaklarını ısıtan adımlarını atarken de salının program kurmak için yeterince sakin bir gün olmadığını düşünecektim.

neyse ki, her şey eski haline dönmüş ve restart büyüsü bir kez daha işe yaramıştı. programı açtım, bir tane küp yapıp onu kendi ekseni etrafında kusturana kadar çevirdim. sonra da binlerce metrekarelik ağır projeyi açtım, akşama doğru ilk görselleri hazırlayacaktım fakat önce bilgisayar korkusunu yazıya dökmem gerektiğini düşündüm. düşüncelerim bir yere varmayan küçük patikalar gibiydi ve beynimin tamamını kaplamıştı. 

paranoid android başlarken ben de ilk bilgisayarımı düşündüm, hayattan ve geri kalanından nefret eden bir pentium 3'tü. paranoid android'i ilk duyduğum anı düşündüm, hayattan ve geri kalanından nefret eden bir 19'dum. 



Hiç yorum yok: