10 Şubat 2011 Perşembe

kitap yazabilmek üzerine

ara sıra kitap yazmam konusunda kışkırtıldığım ne yazık ki bir gerçek. kendime dair pek beslemediğim umutlar daha ilk cümleden "ne yazık ki" tümcelerini fütursuzca kullanmama neden oluyor. bir yazı disiplinim yok, yöntemsizliğin bir şekilde yöntemim olduğunu ara sıra düşünsem de bunun bir kitap yazabilme fikrinin temeline dinamit yerleştirdiğini düşünüyorum. ilk cümlede aylarca takılı kaldıktan sonra sular seller gibi yazan yazarlardan olabilirim belki ama düşündüğüm ilk cümle değil. kitabın kapağının nasıl olacağı. ilk cümleye gelmeme daha aylar var anlayacağın, kapak nasıl olsa hoşuma giderdi? bilemediğim sorular bunlar, kapağı hoşuma giden kitapları düşününce onların içeriğin nasıl da berrak bir aynası olduğunu fark ediyorum. can yayınlarından çıkan yüzyıllık yalnızlık ve foucault sarkacı mesela, kitaba girmek için büyülü bir kapı gibi. yazarın kocaman fotoğrafının olduğu kapaklardan pek hoşlanmıyorum, kürk mantolu madonna ve tutunamayanlar'ın vitrini yazarlarının fotoğraflarından oluşuyor. eminim ki yazarlar buna teşebbüs eden yayınevlerini öngörebilseydi, kitapların bir köşesinde, bir kahramanlarının ağzından bunun pek de iyi bir fikir olmadığını söylerlerdi.

kitap yazmayı kafamda çok büyüttüğüm için şimdiye kadar buna bir köşesinden bile başlamadım. bildiklerimin azlığı da kırık cesaretimin üzerinden bir kez daha geçerken, açığı hayal gücümle kapatabileceğimi düşündüğüm zamanlar oldu, yalan değil. kendi hayatımı, gerçek zamanlı bir biyografi serüveni uğruna ifşa ettim ve hala ediyorum. bundan pişman değilim, yazmak üzerine ömürlük planlarım var ve gün boyu yazdığım bir yere varmayan yazıların amacı bileğimi sıcak tutmak.

yoksa ben de farkındayım öğlen ne yediğimi yazmanın gereksizliğini. ayran ya da haydari, ciğer ya da whopper. bir yandan da iş yapıyoruz burada, beş yıldızlı otelin modelleri bitti renderlarını alırken de kafam sürekli meşgul oluyor. yarından itibaren iç mekanlara başlayacağım, oradan çıktıktan sonra çevre düzenlemesi ve havuz var sırada. yoğun çalışıyorum ve bu yoğunlukta oturup da yazı kurgusu yapmaya dermanım kalmıyor. önceden hikaye denerdim fakat şimdi tek yaptığım bir saat önce ne yaptıysam onu yazıya dökmek oluyor. yazının öncesi ya da sonrası olmuyor, sadece yazarken aklımı işten uzaklaştırıp dinlenebiliyorum. işte bitmek bilmeyen günlük formatının sırrını da öğrendiniz, sadece arayı soğutmamak için. bunları mailime de yazabilirdim tabii ki ama ne olsa okuyan ve geceleri yatağımdan kaldırıp neden bugün yazmadın diyen hayaletler var. 

otelin sahibi, tek başına rakı içmek yazımı okuduğundan beri bir isteğim olup olmadığını soruyor, bana saygı gösteriyor. resepsiyonda duran çocuk da sabahlara kadar şimdiye kadar yazdıklarımı tekrar tekrar okuduğunu ve bazen gözyaşlarının sel olup akdenize karıştığını söylüyor. bazen hıçkırıklarla bölünüyor konuşması, odama meyve tabağı ve lav silahı yolluyor. 

bak yine aynı şey oldu, dördüncü paragrafta saçmaladım. bu da bir kitapta daha ikinci sayfaya geçmeden dağdan döne döne geleceğimi gösterir. saçmalamalarımın senkronunu ayarlayamıyorum sadece, bir render daha alırken akşamın olmasını ve süperstarlarımı sonunda almayı bekliyorum.


2 yorum:

Adsız dedi ki...

kışkırtmaya devam edeceğim seni, birader, ta ki yazdıkların fiziki olarak elime geçene kadar.
US

endless dream dedi ki...

herkes seni kışkırtırken ben de yayını sağlama almaya devam ediyorum badican. şu anda ekşi'deki yazıların okunuyor, en kısa zamanda sana dönüş olacak.

o kitap ya çıkacak ya çıkacak. bak sevgilini kaçırırım, tüm kırmızı tuborgları toplatırım,patronunun beynine girer pazar da çalıştırtırım seni.

elimde kozlar var badican!