8 Şubat 2011 Salı

the call of the red

bu hafta sonu kırmızı yerine gold tercih etmemin bedeli daha çarşamba olmadan ortaya çıktı: bünye haftalık kırmızı ihtiyacını isteyip beni müşkül duruma düşürüyor. daha öğlen olmadı, daha aklımı başıma devşirmedim ama hücrelerim kırmızının o insanın önbeynine yaptığı şoktan istiyor. zaten antalya'nın denizleri ve konvansiyonel dağları da "manzarayı ben hallederim" diyor. antalya'dan bir abimiz de dün bahsetmişti zaten içmek gerekliliğinden. zaten canım da sıkılmaya meyletmişti ve "when everything dies" dinleyerek oturduğum yerden triplere giriyordum.

benim evrenimde üç zaten bir penaltıdır, yeterince zateni toplamayı başarırsam o günün akşamında üç kırmızıyla hat-trick yaparım. geçmiş senelerde zateni bol bulduğum için her gün içtiğim doğru fakat bir süredir kendimi dizginlemiştim. dizginler de belli bir süre sonra derimi kesmeye başlıyor. her şey zamanla yok olmaya yakınsarken, kararlarım da sonsuza gitmiyor. bugün üç kırmızı arası vermek için yeterince salı, manzaraya bakıp demlenmek için de yeterince şubat. tam olması gerektiği gibi.


Hiç yorum yok: