7 Şubat 2011 Pazartesi

bitse de gitsek

herkesin birdenbire ortalıktan kaybolup beni bilgisayarımla yalnız bıraktığı bir akşam üstündeyim ve kahve içerek bir pazartesiden daha kurtulmuş olmamı kutluyorum. akşama dair net planlarım yok ama içmeyeceğime eminim. içkiye olan sevgim günbegün azalıyor ve haftada bir içmenin herkes için yeterli olacağını düşünüyorum. iki ayda biraya vereceğim parayla 300mm lens alır, çektiğim fotoğrafları bloguma koyarım. şu ana kadar yeterince içtiğimi ve bunu devam ettirmenin benim için bile mantıksız olacağını savunuyorum. her şey yerinde ve zamanında güzeldi, seneler önce kipa'nın bahçesinde kırmızı tuborg içip soslu mısır yediğimiz ve sonrasında nba oynamaya gittiğimiz yıllar artık geride kaldı. cuma akşamları taksim'de buluşup da ayılmak için klana gittiğimiz promil geceleri de kadim günlerden kalma hoş bir seda. yaptık ve bitti, artık ne öğrenciyiz ne de aynı şehirdeyiz. 

bu tam bir pre-orta yaş bunalımı olabilir biraz üstüne gidersem ama akşama dair tek beklentim annemin yaptığı ve şu an ofisin buzdolabında olan böreği tavada ısıttıktan sonra yemekken, yazarın kendisiyle yüzleştiği cümleler biraz havada kalabilir. okuyucunun ayağını kesmeyelim durduk yere. bugün, kitap yazmam konusunda bir gelişme daha oldu. biraz sonra yapacağım telefon görüşmesi güzergahı belirleyecektir ama kitap yazmak konusunda aklımda en ufak bir fikir olmaması beni paniğe sürükledi. en fazla beş paragraf tutarlı ilerleyebiliyor, altıncı paragrafta chuck norris gibi bir tepeden yelekle atlıyorum. paragrafları yeterince uzun tutarsam beş paragrafta kitabımı teslim ederim etmesine de, iç kanamadan ölen insanların yakınlarına ne hesap veririm bilemiyorum. bir de kitap yazmaya ikna oldum, iki milyon dolar avansla da bir sürü elektrikli ocak daha aldım diyelim, bu ne hakkında olurdu?

at çiftliğinde sezonluk çalışan bir işçinin başına gelen çifteyle gerçeği kaybetmesi mi yoksa yarış motoruyla akşama kadar aynı caddede dolaşan dar kotlu faydasız bir adamın çok da tuhaf olmayan hikayesi mi? nasıl da bilemiyorum hiçbir şeyi. belki üç paragraflık bir anlaşma yapılır ve bunu böreğin yanına açtığım şarapla kutlarım ha?

bilmediğim şeyler üzerine binlerce sayfa yazabilecekken, bildiklerim bir yazıyı anca dolduruyor. bu doldurduklarım da kainatın bir noktasında birilerinin dikkatini çekip bana geri dönüyor. edebi bir bumerangın büyük bir kavis çizdikten sonra bana hızla yaklaştığını görürken de tek yaptığım başımı ellerimin arasına alıp sağa sola kaçışmak oluyor.

neyse yazının amacı yoktu, sadece mesaiyi bitirmek için küçük bir sihir yaptım. yine işe yaradı. yarın görüşürüz tuborgers, içmek istiyorsanız oturup bir kez daha düşünün ve nerede yanlış yaptığınızı kendinize sorun. cevaplar üç kırmızdan sonra kendiliğinden gelecektir.

Hiç yorum yok: