19 Şubat 2011 Cumartesi

fırtınadan arta kalan

oldukça zor bir gece oldu. sabaha karşı kopan kıyamet, yaşlı teknemizi uçsuz bucaksız denizlerde bir o yana bir bu yana fırlattı. onlarca metre yükseklikte dalgaların bir tepesine çıktık bir dibine indik. güvertede bağlı olmayan ne varsa gitti, kendimi serene sımsıkı bağlamasam ben de okyanusun dibini boylayacaktım. yuttuğum suyun haddi hesabı yok, son gecemin denizde geçeceğine emindim ama bu kadar çabuk beklemediğim için elimden geleni yaptım. söken şafak bile dalgaların öfkesini dindirmedi, sanki poseidon bizi tamamen yok etmek için yemin etmiş gibiydi. güvertede patlayan dalgalar devasa toplar gibi gümbürderken artık takatim kalmamıştı, gözlerimi kapatırken bir daha açamayacağıma emindim.

şimdi ise sabaha karşı patlayan tanrının gazabından eser yok, deniz durgun ve koyu mavi. ufukta toplaşmış birkaç bulut ve yakında bir ada olduğunu haber veren kuşlar dışında gökyüzü bomboş. tatlı bir rüzgar yelkenimizi doldurup güverteyi kurutuyor. direklerimiz en büyük sınavdan başarıyla geçti, dümende de bizi rotamızdan saptıracak bir kayma yok. dünya'nın sonuna dek bu esintinin gölgesinde gidebiliriz, hangi günde olduğumuzu değil ama şubat ayında olduğumuzu biliyorum. pasifik okyanusu'nun güney kanadında bir noktadayız ve geçen hafta ölen arkadaşımızdan başka bir kaybımız yok. denizlere açılmanın sorumluluğunu kaldıramayıp işleri bizim için daha zor hale getirmeye başlamışken bir gece ansızın ateşlenmesi ve sabahı görmemesi, kendisinden bıkan tayfayı pek etkilemedi. bedenini poseidon'a kurban etmeseydik, belki de bu geceki fırtınadan arta kalan sadece birkaç parça tahta olacaktı. fakat hayatta kaldık işte, ara sıra onu zehirlediğim için pişmanlık duymak dışında her şey yolunda. hem de her şey.




Hiç yorum yok: