17 Şubat 2011 Perşembe

bak yine

sakinliğimi şu ana kadar iyi muhafaza etmişken, söz konusu model dosyasını bir türlü hafifletememem tüm sabrımı aldı götürdü, perşembe olmasına rağmen iki gün daha nasıl sabrederim bilmiyorum. çünkü ne yapılması gerekiyorsa yaptım ama sonuç yine de tatmin edici değil ve ne zaman bir şeylere hırs yapıp istediğim noktadan azına ulaşırsam, şu anda olduğu gibi ciğerlerimin üzerinden ağzıma ateş üfleyen bir ejderha peydah oluyor. önceden bu ejderhanın üzerine soğuk bira dökerdim ama artık içkiye bir anlam yüklemekten uzağım, içerek kafayı da bulamıyorum çok zorlanmadıkça. üç birayla edebiyat fakültesinin bahçesinde içip the beatles dinlediğim günler ne kadar güzeldi, şimdi ise tamamen farklı bir tip olma yolunda ilerliyorum. kipa'dan üç dark ve biraz kuruyemiş (o zamanlar tuborg'a bir anlam yüklemekten azadeydim) alır, fakültenin içinde dolaşırdım. akşamları pek kimse olmazdı, walkmenimle ben karşılıklı kafaları çekerdik. güzel günler miydi yoksa eskide kalan her şeyi güzel hatırlamak için şu an sardığım bir ambalaj mı bütün bu cümleler bilmiyorum. ne manası var ki, yazdıklarımın tümü gerçek ya da kurgu olsa ne değişir. tek gerçek var, o da mesai saatinin bitmesine yarım saat kalması. siz bunları okurken ben çoktan gitmiş olacağım yani. belki mevcut şanssızlığımın rölövesini almak için iddaa oynarım, belki de... ikinci seçeneğim yokmuş onu fark ettim. hafta içleri kendimden yana bir beklentim yok, hafta sonları da eve dönünce çocuklaşıyorum. yani 28 yaşında olmanın nasıl bir şey olduğu konusunda hiçbir fikre sahip değilim. ya şuursuzum ya da çocuğum. 

dünya'yı gezmek ya da bir kompartımanda rezil-i rüsvan olmak gibi hayallerim de yok. bir şeyler oldu, negatif bir sihirbaz değneğiyle dürttü ve nötrlendim. ara sıra akşamı nasıl getireceğimi bilmediğim kadar sıkılsam da günlerin hızına kapıldım. bak yine yarın cuma, sonra da cumartesi. oysa istanbul'dan arkadaşım sanki dün gibi gelmişti. salı ne yaptın diye sorarsan, hemen cevaplayamam. ne yedin dersen, yaprak sarması derim. 

haftanın başındaki müzeyyen senar dinleme arzusu da kalmadı, camel yine gelip gönlümün başköşesine yerleşti. rajaz'ın hem parçası hem de albümü beni yatıştırdı, modelin o sanal gerçekliğinin verdiği sıkıntıyı kısmen azalttı. öngördüğüm gibi, yazı bitince mesai de bitecekti. saat 6 oldu. şimdi gidip beşiktaş'a iddia oynayıp acı bir tebessümle maçı izlemenin ve cumayı karşılamanın vakti.

Hiç yorum yok: