30 Nisan 2011 Cumartesi

adını montaigne koydum

mutlak dengesizliğimin kökeninde, birçok işi aynı anda yarım yamalak yapmaya çalışmanın sanıyorum ki etkisi çok büyük. dün akşamdan kısa bir sahne: yatağımda uzanmış "adını feriha koydum"un o insanı çileden çıkartan tesadüflerini izliyorum, zırt pırt giren reklam aralarında da elimde montaigne-denemeler var onu okuyorum. kitap çok güzel, feriha berbat ama bir şekilde feriha galip geliyor ve o bıkkın müziklerin eşliğinde feriha'yı izlemeye devam ediyorum. 

migros'a girerken tek amacım, beni bayıltacak ve ağzımın içinde yumruklar savurarak ilerleyecek bir şişe ayran almaktan fazlası değildi. süt ürünleri reyonuna doğru giderken, paralel evrende devam eden bir düğün esnasında açılan kapıdan halay çekerek girmiş ve kendilerini migros'ta bulmuş görümce saçlı ve ağır makyajlı iki insan görünümlüyü görünce yolumu değiştirdim. onlara daha fazla yaklaşamazdım. çok tuhaflardı, her taraflarından bir şey sallanıyordu ve düğün salonundan süt ürünleri reyonuna nasıl geldiklerini sorgulamıyor gibiydiler. marketin diğer ucuna kaçtım, kaçmışken kitaplara baktım. bakmışken, indirimde olan kitapların bir bira fiyatına olduğunu fark ettim ve biraya verdiğim paralarla halk kütüphanesi kurabileceğimi utanç içinde kendime itiraf ettim. bir dakikada bitireceğim bira yerine bir ömür boyu taşıyacağım kitaba para vermek, hayatımın geri kalanında yapmam gerekenler listesine ilk sıralardan girdi. zaten içmek istemiyordum artık, anlamını yitirmiş gibiydi her şey. üç liraya denemeler'i aldım ve yeni bir ayakkabı aldıktan sonraki mutluluğumun yaklaşık 149 katı mutlulukla migros'tan çıktım. ayran? bana sakın ayrandan bahsetme.

son günlerimi geçirdiğim otelde kitabı açıp okumaya ve kendimden bir şeyler bulmaya başlamışken, mııy mıyy diye feriha başladı. feriha'yı sever ya da ondan nefret edersin ama asla kayıtsız kalamazsın evlat. ben de bir sonraki reklama kadar kitabı kenara bıraktım. bir sonraki reklam sanırım üç dakika sonra girdi. sonra dizi beş dakika daha devam etti, bir reklam daha. dizi ile reklam düello yapıyor gibiydi ve burun farkıyla feriha kazandı. feriha'nın şakirt nişanlısı ruh hastası halil yine bölüme damgasını vurdu. hele, sürekli çay içmek istemesiyle "çay, şakirdin mazotudur" aforizmasına sağlam göndermeler yaptı. feriha'nın yüzüne yerleşmiş şakirt tiksintisi bölümün en güzel mimiğiydi, feriha'nın babası rıza efendi ise tane tane konuşarak yine duvarlara giren balyoz etkisi yaptı, aklımın tüm bölümlerini yıktı. 

hey gidinin koçmarı, her şeyi bitirdin de dizi kritiği yapıyorsun he mi? o değil de, bizimkiler geliyor ve eve çıkma işlemi bugün başlıyor. enerji içeceği içmezsem, daha bir saatte diyagonal karolajlı zemine sarhoş ejderhalar gibi uzanır ve küçük ateş topları çıkarırım burnumdan. bir yatak olsun, başka bir şeye gerek yok. maddi dünyadan geçtim, daha nisan bitmeden aştım. hamdım, piştim, yandım.


Hiç yorum yok: