her şey, defanstan seken topu hiç bekletmeden sol ayağıyla kaleciye doğru zımbalayan ve liverpool'u manchester city karşısında 1-0 öne geçiren andy carroll ile başlamıştı. o sırada antalya'da bir otelde kalıyor ve haftanın altı günü aynı ofise gidiyordum. iş sıkıcı ve anlamsızdı; akşam olsa da yatsam, ay sonu gelse de maaş alsam diye bekliyordum. bu beklemelerim bana boyun ağrısı ve göz seğirmesi olarak geri dönüyordu. steven gerrard'ın nisan ayında sezonu kapattığı ve liverpool'un bir kez daha şampiyonluk potasından uzaklaştığı kötü bir yıldı. devre arasında chelsea'ye giden torres de kötü bir yılın güncesine elinden geldiğince katkı sağlamış fakat kupalar için bıraktığı liverpool'un lanetiyle daha tek bir gol bile atamamıştı.
hatırlıyorum, 12 nisan sabahıydı. rüzgarlı bir günde liverpool montumu giymiş ve you'll never walk alone dinleyerek işe gelmiştim. bilgisayarı açar açmaz liverpool maçının gollerine bakmış ve sonrasında artık daha fazla ofiste kalmak istememiştim. king kenny'nin askerleri, arap sermayesini ve açgözlü kulüpleri bir kez daha anfield'e gömerken daha fazla uzak kalamazdım artık. çizdiğim projeler bana ait değildi, içinde bir dakika bile duramayacağım alçı tavanlı cehennemler yerine bulutların altında uzanan anfield'te olmak istiyordum. atkımı iki elimin arasında gerdirip marşlarla yeri göğü inletmek, maçtan önce ve sonra bira içmek istiyordum.
üzerinde çalıştığım projeyi kapatmadan birden ayaklandım, montum üzerimdeydi. bir daha dönmeyecektim ofise, içimdeki bulantı iyice yükselmiş ve ağzı seviyemi geçip burnumun altında bir noktaya ulaşmıştı. birkaç gün sonra nefes alamamaya başlayıp moraracaktım. benim olmayan bir hayatın dakikalarını istemiyordum artık, yapamıyordum. insanların izler bıraktığı bir hayatta suya yazı yazıyordum sanki, bir sonraki gün yaptığım hiçbir şey kalmıyordu ve sıfırdan başlıyordum. bir projeyi yetiştirsem, iki üç gün sonra başka bir tane geliyor ve ne hikmetse aynı sıkıntıları ve bıkkınlığı yaşıyordum. kırmızı formalılar bir cumartesi öğleden sonra "this is anfield'"e el basıp sahaya çıkarken, ben bir elimde mouse ile saat tüketiyordum.
kimseye haber vermeden ofisten çıktım...
-----
iş öyle berbat bir hale geldi ki ne başka bir şeye konsantre olup cümle kurabiliyorum ne de tek çizgi çizebiliyorum. gelecek bir tarihte, liverpool'da geçen bir hikaye yazmak istemiştim. daha kaçıncı paragrafta kontrolü kaybettiğimi bile bilmiyorum. birisi şakağımı tekmelemiş gibi, alnımın arkasında bir yer zıvlamakta. o kadar nefret ediyorum ki şu uğraştığım işlerden, o kadar faydasız ve incikli boncuklu işler ki, başka ne iş olsa yaparım ağbi diye belediye başkanının kapısında yatacağım. seneye bugün her şey bitecek, belki kpss'ye hazırlanmak için işi bırakacağım belki de başka bir ülkede başka bir iş peşinde koşacağım. asma tavanından geçen gizli ışığın allah belasını versin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder