20 Nisan 2011 Çarşamba

dörtte bir

dört kişilik bir aileyiz. çocuklar henüz evlenmediği için çekirdek ailenin tanımında yazan "anne, baba ve evlenmemiş çocuklar" kavramını ağzına kadar dolduruyor hatta biraz taşırıyoruz. çocukların evleneceği de pek yok gibi. en azından benim kafamda bu sürece dair en ufak bir istek yok. kardeşimin de benden aşağı kalır yanı olmadığından, çekirdek aile ileride mermi gibi olacak. ucu açılmamış antep fıstığı gibi gözükeceğiz.

bu ailenin gezen üyesi bugüne kadar bendim. izmir ve istanbul'da devam eden tahsil hayatı, bu sırada başka şehirlere kaçamaklar, kuzey ege'den doğu akdeniz'e uzanan rotalar, patikalar, adalar ve taş sokaklar derken gezmedik yer bırakmamıştım. fotoğraf makinemi boynuma asıp kendimi yollara vurmuş ve eve geri döndüğümde, bizimkileri yine aynı yerde bulmuştum. işleri ve güçleri vardı, hayatları gezmeye pek elverişli değildi. 

fakat işe girmemle benim gezi serüvenlerim de bitti, yaklaşık beş aydır şehir dışına çıkmıyorum. sıra bizimkilere geldi. kardeşim, bu sabah samsun'a iş gezisi çerçevesinde uçtu ki akşama geri dönecek. benim katettiğim yol en fazla yüz metre iken, o binlerce kilometreden sonra aynı yere dönecek. annemle babam da, kuzenimin düğünü için bu öğlen istanbul'a uçtular. oradan da edirne'ye geçecekler. kardeşim ise, şu anda samsun'dan istanbul'a giden uçakta, aktarmalı bir uçuşun ilk dakikalarında. dört kişilik ailenin üçü aynı gün istanbul'da olabiliyorken, ben tüm gün dışarıya bakıp içimdeki isteksizlikle savaştım. hava oldukça yağmurluydu, dışarı çıkarsam sırılsıklam olacağımı bildiğimden açlığımı kabullenip akşamı getirmeye çalıştım. birkaç link beni henüz başlamış fantastik bir dizinin ilk bölümüne götürdü, akşama uyumadan önce izlemek için yeni bir serüven daha bulmamı bir fincan kahveyle kutladım. lotr'ın boromir'i sean bean'ın herkes tarafından büyük övgüyle karşılanan dizisi : game of thrones. bu hayatımda yeni bir pencere açabilir, açmalı. hafta içlerim o kadar belirsiz geçiyor ki; çarşamba akşamına geldiğim halde ne yaptığımı pek hatırlamıyorum.

öğrenim kredisi borç yapılandırmaya gidip vergi dairesinde çileli saatler geçirdikten sonra adliye'ye geçtiğim ve denetimli serbestlik bürosunda askerlikten kalma saçma davayı sonunda bir nihayete erdirdiğim salı gününü, üç kırmızı ile ebediyete uğurladım. dışarıdayken aklıma gelen onlarca şeyi kafamın bir köşesinde sonradan yazmak için biriktirirken de işlerimi hallettim. 9 hazirana kadar kahveye gitmediğim takdirde artık başım belada değil. 10 haziranda ise kardeşler kıraathanesinde parti vereceğim. sabaha kadar barbut.

sabahları bastıran yazma iştahım, ne yazık ki akşama doğru kayboluyor. gerek işlerin azalmayışı gerek üst üste geçmiş projeleri ayıklama ısrarı, beni yapmak istediğim şeylerin üzerinden alıp fersahlarca uzağa fırlatıyor. temiz düşüncelerim bulanıyor ve şu anda olduğu gibi, neyden bahsettiğimi pek anlamadığım saatlere geçiş yapıyorum. mimarlık yapma isteğim, mimarlık ofislerinde durup başka projelerle haddinden fazla oyalandığım süre boyunca azalıyor; piyangoya benzer şeyler çıktığı takdirde aklımdaki mimarlık için işten istifa ettiğimi düşünmeye başlıyorum.

kafanı kaldırıp bir katedralin tavanına bakmak, gözlerini kısıp autocad ekranına bakmaktan çok daha faydalı ama kime neyi anlatacaksın? bir sokakta küçük bir yürüyüş, zamanla şekillenmiş detaylarda biraz kayboluş; ofiste son üç ayda yaptığım herhangi bir işten daha önemli ama kimi nasıl ikna edeceksin?

kimi niye ikna etmem gerektiğini de bilmiyorum, sorumlu olduğum kimse yok. bir çekirdek ailenin büyük oğluyum sadece, öyle büyük hedeflerim yok. çalıştıkça bozulduğumu görüyorum. bir türlü olmuyor, birçok şeyi kaçırdığımı hissediyorum. öylesine amaçsız geçiyor ki günler, tek beklentimi kupa finalini televizyonda izleyebilmek üzerine kuruyorum.

oteldeki televizyonun kahrolası uydusu, maç esnasında şifreye giriyor. maçı dışarıda izleyeyim desem, gece yarısı biten maçtan sonra geri dönmek başlı başına bir sorun. maç izlemeyeyim desem, yapacak daha iyi bir şey yok. neyse, ben daha fazla yazmak istemiyorum. yine aptal bir adamın aynı sayıklamalarından başka bir noktaya gideceği yok yazının belli.

bir kılıcım ve atım olsun isterdim. bir mouse ve sırtıma batan bir koltuğum değil.


Hiç yorum yok: