8 Nisan 2011 Cuma

between the two powers

bu sabah daha alarm çalmadan uyandı. rüyasında gördüğü avlulu eski evin ortasında duran küçük ve turuncu kuşu düşündü. dev mantarlarla çevrili ve muntazam geometrik desenli bir yolda gördüğü şekilleri hemen başucundaki deftere çizdi. ortasında nokta olan ve birbirini sonsuza dek takip eden altıgenler vardı, insan elinden çıkmış gibi gözükse de hepsi başkalaşım geçiren kayaların bir eseriydi.

kapalı televizyona biraz baktı, geri uyumak ve televizyonu açmak arasındaki kararsızlık bölgesinde biraz daha uzandı. isteksizlik ve rutinlik, cuma sabahı daha o uyanmadan odanın penceresinden içeri girmiş ve belki de alarm çalmadan önce uyanan genç adamın uyanmasına sebep olmuştu. anlık bir hevesle yatağında biraz kaykılıp ayağıyla televizyonu açtı. kravat takmış bedenler, aynı haberler, düzelmeyen ülke gündemi, transfer görüşmeleri, kopya skandalı ve bıyıklı adamlar. her kanala eşit olarak paylaştırılmış bir gündemden, hangi kanalı açarsa açsın kurtulamadı. boynu hafiften ağrıyordu, bunun yastıktan mı yoksa gün boyu bilgisayara bakmaktan mı olduğunu da bilemedi. beşiktaşlı bir futbolcu, sözleşmesine "milli maçlara özel uçakla gider" maddesini koydurmuş ve gerçekten de milli maça özel uçakla gitmişti. dünya'da ne de güzel sözleşmeler vardı, özel uçak ve başka ülke. kendisi boş mukaveleye imza atacak bir konumda bile değildi. önemsizlik kürsüsünde ders verecek ya da ibret olacak kadar önemsizdi sadece. hiçbir şeye sahip değildi, kiralık eve çıkması bile bir sürece yayılıyordu. kapılar önünde açılmıyordu, açılmamıştı ve bu kafayla giderse de açılmayacaktı.

sekize doğru kalkması gerektiğini anladı, beyaz peynirli bir sandviçle kahvaltı yapabilir, sonrasında da işe devam edebilirdi. ne yaptığını da tam olarak bilmiyordu. yaptığı işe inancı kalmamıştı. yataktan kalktıktan sonra tekrar powera basıp televizyonu kapattı. işte yeni bir gün daha başlıyor, işte yeni ve aynı bir gün daha başlıyor. kendisine oldukça bol gelen ve enine mavi lacivert geniş çizgileri olan bluzunu askıdan çıkardı. üzerinde hiçbir şeyin yazmadığı bu bluz, enstrümantal bir şarkı gibi sade ve güzeldi. üzerini giyinip anahtarlarını aldı ve kapıyı çekip çıktı.

yolda sadece the beatles dinledi. i will, yesterday ve here, there and everywhere. başka bir zamanda yaşamak ve şimdiye çoktan ölmüş olmak isterdi. 50'ler, 60'lar ve son olarak 70'ler. yaşamadığı günleri bir kez daha özledi, yarım asır öncesinden kalan bir hesabı vardı sanki. kendisini 2011'e ait hissetmediği gibi, bu yüzyıl da ona hitap etmiyordu. güzel şeyler bir önceki yüzyılda kalmıştı, romantizm esintileri taşıyan rüzgarlar belli bir süre devam ettikten sonra 1980'lerde bitmişti. en azından öyle inanıyordu. pek sevemediği işine elinde beyaz peynirli sandviçle girdi, kahvesini yapıp odasına geçti ve kupayı beyaz lake masanın üzerine koyduktan sonra, bilgisayarın power tuşuna bastı. iki power arasındaki mesafede aylardır yaşıyordu.



Hiç yorum yok: