6 Nisan 2011 Çarşamba

benim olmayan saatlerim

iki kaşımın arasındaki ağrı, yerini yadırgadığından olsa gerek kafamın çevresinde yarım tur attıktan sonra omurilik soğanımın olduğu yere yerleşti. ya da can sıkıntısı ve memnuniyetsizlik kronikleştiğinden, artık omurilik bayrağı devraldı. ekrana gözlerimi kısarak bakıyorum, çizgiler biraz daha anlaşılabilir geliyor o zaman. renkli taramaların birbirine girdiği bildiğin autocad projesi, hayatımın geri kalanında görmesem bir an olsun düşünmeyeceklerimden.

yün eğiren kör kadınların ülkesi fas'ı gördüğüm dünkü rüyam kotayı doldurduğundan olsa gerek, bu gece gücünü gerçek hayatın sevimsizliğinden alan kesik planlar gördüm. öğle vakti bir terasta okey oynuyorduk, üçlü yeşil okeydi ve açtığım ilk beş taşta hem gösterge hem de okey vardı fakat saat ikiyi biraz geçtiğinden ofise dönmem gerekiyordu. oyunu bitiremeden kalktım ve antalya trafiğinin belirsizliğinde otobüs beklerken de uyandım. hayal kırıklığıyla uyanmamı, dün akşam marketten aldığım üçgen peynirleri ekmeğe sürerek dengelemeye çalıştım. o sırada açık televizyonda, dün akşamki maçların sonuçları vardı. yener dediğim inter, evinde schalke'ye 5-2 yenilmişti, gassaray'ın durumu felaketti ve seyircisiz maç vardı bir yerlerde. yönetmelik gereği alınan kararlar müteakip maçlarda uygulanacaktı ve artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı.

sekiz buçuğa beş kala otelden elimde üçgen peynirli ekmekle çıktım, ofise gitmek istemiyordum. üzerinde çalıştığım proje taban dalıyordu baldırlarıma, bir beş yıldızlı otelin herhangi bir noktasıyla uğraşabilecek gücü kendimde bulamıyordum. bir yandan köşe odalarının modellemesi, bunların autocad çizimi, sonra bodrum kattaki spa ve sauna saçmalıklarının yerleşimini, fin hamamının modellemesi derken, patron zincirleme iş tamlaması sokmuştu giderayak. üst üste yığılmış sorumluluklar da yanına yaklaşılmayacak denli kötü kokuyordu. etrafında dolaşmak bile zordu. eğer iş odaklı bir insan olsaydım, elimi karasinek gibi ovuşturdaktan sonra bunlara kafa göz dalardım fakat quantum evrenindeki küçük parçaların anlık hareketleri, benim tembel bir göt olmama neden olmuş. inanmadığım herhangi bir işte resmen çuvallıyor ve zamana oynuyorum. bazen ofisin zemininde can çekişiyor bazen de ölü taklidi yapıyorum. bir klonum olsa, işleri ona devrettikten sonra ben dolaşsam derken; kendimin bir klon olabileceğini ve orijinalimin şu anda dolaştığını düşündükçe moralimi bozuyorum. klonların bence morali bozulmamalı, işleyen demir gibi ışıldamalı. mesaiye kalmalı, bir sonraki güne iş bırakmamalı.

şimdi de paslanan kollarımla yazı yazmaya çalışırken gıcırdıyorum. ses, eklemlemlerimden değil dişlerimden geliyor. bu otel zulmünden nasıl kurtulacağımı merak ediyorum. bu bitse, deri mağazası; o bitse başka bir otel... kesinlikle yapmak istediğim işler bunlar değilken, ben saatlerimi buraya zimmetliyorum. trajik.


Hiç yorum yok: