24 Şubat 2011 Perşembe

beklentileri düşürmek

hiçbir zaman dünya'yı ele geçirebilirmişim gibi gelmedi, bir şeylerin hakimi olduğumu da yüksek tepelerde durup yüzümü rüzgara dönmediğim sürece düşünmedim. önceden büyük sayılabilecek hayallerim ve tanrı'yı usandıracak beklentilerim varken, bu aralar bunlardan da vazgeçtim. bir futbol maçının golsüz berabere bitmesi ve hafta sonu eve gidip de yaprak sarması yemek kalibresinde beklentilerim var artık. cumartesileri çalışmamak ise başka bir hayatta mümkün olacakmış gibi, bunu değiştirmeye çalışmadığım gibi eski günlerdeki kadar şikayet de etmiyorum. yedi gün çeken bir haftanın altı gününde işe gelmeyi, pazartesi ve salıyı umursamayarak bertaraf ettiğimi düşünecek kadar akıl sağlığım yerinde. günaşırı render alıyor ve jpeglere bakıyorum, askerde geçmeyen zaman, bilgisayarın karşısında adeta bir tepeden yuvarlanıyor. kendime geldiğimde "yarın cuma" deyip pencereden dışarı bakarken kahve için doğru zaman olup olmadığını düşünüyorum. o kadar hedefsiz ve miskin ki düşüncelerim, bir fincan kahve bile sorun oluyor. yerimden kalkmaya değecek kadar istiyor muyum? bunu çoğu zaman bilmiyorum.

uzun süren parasızlık mevsiminin ardından, paranın sandığım kadar gerekli olmadığını anladım. almak istediğim neredeyse hiçbir şey yok, pantolon denemek için reyonlarda dolaşıp da soyunma kabinlerinde cinnet geçirmeyi önümüzdeki günlerde pek istemiyorum. alacağım pantolon siyah ya da gri bir kargo pantolon daha olacak, kot dünyasına yine başka bir gezegenmiş gibi bakacağım. o kadar anlamsız geliyor ki "ne giyeceğim?" sorusu, bunu uzun zamandır düşünmüyorum. kapüşonlu serisi ömrümün sonuna kadar yetecek kadar çeşitli, hem bir şeyleri eskiyince sevmeye başlıyorum.

bir araba almak gibi hayalim var mı peki? tamam audi s5 çok güzel bir araba ama daha ehliyet almak isteyip istemediğime bile karar vermedim. on sekiz yaşına girince bir koşu ehliyete yazılan ya da babasının nasıl araba sürdüğüne bakıp boş fırsatta direksiyona yapışan çocuklardan değildim. o sırada kesinlikle başka bir şeyler düşünüyor olurdum, dalıp giderdim ve kendime geldiğimde yolculuk çoktan bitmiş olurdu.

seyahat etmeyi özlediğim ise doğru. otobüs olur, uçak olur fark etmez; pencereden dışarıya bakıp da insanların bir ömür boyu yaşadığı kasabaların içinden, yanından veya üzerinden geçmeyi nasıl da severdim. diyarbakır'dan antalya'ya uçarken pamuksu bulutları ve köyleri, daha sabah aldığım tezkerenin içimi gıdıklayan ferahlığıyla nasıl da seyretmiştim. daha bir sene olmadan geldiğim nokta dikkat çekici. hayatım, tesadüflere yaşama şansı bırakmayacak kadar sıradanlaştı. çevremdeki her şeyi kabullenip benimsedim.

los lunes al sol'da bir bölüm vardır hani; stadın dışında bir tepeden sahanın ancak bir kısmını görürler. rakip kale zinhar kadraja girmez ve gol olsa bile bunu ancak seyircinin sevincinden anlarlar. dün, görüntünün bir kısmını göstermeyen televizyonumda maç izlerken aynı şeyleri yaşadım. uzak çizgi ve o hatta çalışan futbolcular gözükmüyordu. ortanın yapıldığı ilk andan ziyade, uzaydan inen topu görüyordum. başka odalarda görüntünün tamamını gösteren televizyonlar vardı fakat 2.5 aydır bu televizyona alıştığımdan bunu değiştirmeye çalışmıyordum. hem hafta sonu eve gidince, televizyonun büyüklüğü ve netliği karşısında hayrete düşmek hoşuma gidiyor.

işte böyle, gelecek hafta alacağım maaşın hayatımı daha güzelleştireceğine dair bir beklentim yok. whopper yemek de pek gülümsetmiyor artık. ayakkabıyı da henüz aldığımdan, öğrenim kredisini ödemek dışında kariyer planım da yok.


4 yorum:

Adsız dedi ki...

''Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg'u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf dağına varamazsan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi? ”

mies dedi ki...

gün boyu evinde oturup sadece düşleyerek dünya haritası çizen bir adamı okumuştum vaktiyle bir kitabın birinde. dünyayı kun-i kainattan itibaren gördüğünü söylüyordu ama ne derece doğru bilmiyorum. taşı taş üstüne koymaktansa, kuleleri hayal etmek daha kolay. en azından benim için.

Adsız dedi ki...

O adam aynı kitapta, "dünyayı düşlerimle keşfetmeye çalıştım ama bu yeterince cesur olmadığımın göstergesi" diyordu.

Yaşamın çok kıyısında duruyormuş gibi yazıyorsun, kendine dikkat et...

mies dedi ki...

aslında bu benim pozitif ve hayat dolu halim, önceki halimle bloga başlamamam güzel olmuş:)