22 Şubat 2011 Salı

büyüdükçe

her salı saat 23:50'de trt 3'te başlayan bu program sanki beni anlatıyor. 30'larına yaklaşan farklı meslek gruplarından insanların hayatlarını, beklentilerini, dinledikleri müzikleri, çevrelerini ve statülerini gösteren bu programı çoğu zaman "aa aynı ben" nidaları eşliğinde izliyorum. sunucunun kısa kesilmiş saçları ve biraz sonra her şeyin mahvolacağına olan keskin inancı programı daha da izlenebilir kılıyor. 90'ların çocuklarını gerçeklerle yüzleştirip yakasına yapışan bu programa susam sokağı'nın negatifi dersem, yalan söylemiş olmam. insancıl bir sevginin çocukların ağzından burnundan taştığı ve asla gerçek olmayacak bir iyimserliğin stüdyo dekorlarından sektiği susam sokağı'ndan sonra "büyüdükçe" güzel bir şamar aşk ediyor çarşambaya giriş yaparken. haftanın ortasına açılan kapıyı tekmeyle parçalıyor ve içeriye bir bakıyoruz ki: 30'a yaklaşan bir grup mültecinin kimse tarafından fark edilmeyen dramından başka bir şey yok.

büyüdükçe, hamamböceklerinin mesai yaparmış gibi sağa sola koşturduğu bir imalathaneye baskın yapan uğur dündar etkisi yaratıyor bende. diyecek kelime bulamayıp kameraya bakıyorum. her şey ortada değil mi uğur bey, daha neyi soruyorsunuz? 30'a yaklaşırken hiçbir şeye tam olarak inanmamam ve karamsarlığım, karamsarlığımla dalga geçişim ve gelecekten yana pek umutlu olmayışım, yaşımın gereği değil mi? 28'ine gelip de hala bir şeylerin değişeceğine inanan kaç insan kaldı ki? varsa bile trt 3'ün çekmediği bir adada mı yaşıyorlar?

bazen, keşke o saatte uyusaydım da kanallar arası amaçsızca dolaşmasaydım diye düşünüyorum. nirvana, the man who sold the world'u çalıyorken bir an duraksamıştım. her an ulaşabileceğim herhangi bir şarkı, televizyonda ya da radyoda çıktığında delicesine sevinen ve heyecanlanan insanlar familyasından olduğumdan şarkı bitene beklemiştim. kurt yine iyi gözüküyordu son 17 senedir olduğu gibi. hırkası, donuk bakışlarını tamamlıyordu. şarkı bitince başka kanala geçsem yine kurtulma şansım vardı ama daha önce dediğim gibi, kısa saçlı kadının gözündeki endişeye takılıp kaldım.

ve sonuç bu işte: hiç çekilmemiş bir programın eleştirisini yazıp insanlara yalan söylüyorum. hem de hiç çaktırmadan. ilk paragrafın ilk kelimesinde doğruyu, sadece doğruyu söyleme şansım varken ben rahatlıkla böyle bir ahlaksızlığı dudağımın kenarında kimsenin göremeyeceği bir tebessümle yazıya dökebiliyorum. şeytan beni yanında işe alırsa, yıllar sonra mantıklı bir iş yapmış olabilir.  kabul et okur, bir an bile şüphelenmedin!


1 yorum:

hevesli bardak dedi ki...

bir an bile şüphelenmedim :/
hatta kumandayı almaya üşenmesem açıp bakacaktım bile.