28 Nisan 2011 Perşembe

sensiz iki gün

modemde dört ışık yanması gerekiyormuş, salı sabahı ofise geldiğimde birisini ölü buldum. dns'yi otomatik almak, modemin üstüne vurmak, kablo söküp takmak, restart atıp sabretmek, telekom'u arayıp küfretmek, sağa sola iftira atmak da bir işe yaramayınca boyun eğdim. işime gücüme döndüm, patron birkaç saat sonra aradı ve "şuraya kesitleri mail atacaktın, attın mı?" dedi. atmamıştım ve internet yoktu, hemen bir sokak arkadaki internet kafeye suçluluktan yanan bir kafayla gittim. kepenkleri kapatmıştı ve iflas etmişe benziyordu. ulan bir internet kafe işinde nasıl iflas ediyorsunuz ve neden benim mail atmam gereken bir günde bunu yapıyorsunuz? murphy, mesaiye erken başlamıştı ve görünüşe bakılırsa hayatı bana dar edecekti. bir sonraki internet kafeyi öğrenmek için öğlen tatilinde olan bir ortaokulluya yaklaştım. soracağım herhangi bir soruya "anan zaaaa xd" diye cevap alacaktım sanki, sakinliğimi koruyup ona bir sonraki internet kafe nerede diye sordum. "yakınlarda yok ama ps3 kafe var abi" dedi. mail ile gerrard'ın şutlarını gönderecek olsam bu gerçekten iyi bir fikir olabilirdi ama autocad dosyası yollamam gerekiyordu.

uzun bir yoldan sonra internet kafeyi gördüm, içeri girdim ve binlerce ortaokulluyu counter strike oynarken buldum. boş bilgisayar yoktu, mailin acelesi vardı ve ardımda bıraktığım yol çetrefilliydi. sıfatlar aleyhime işleyen küçük ve sevimsiz çarklardı. yalvaran gözlerle internet kafe sahibine gittim ve onun bilgisayarından mail attım. beş dakika kullanım için bir lira vererek, kişisel rekorumu geliştirdim. olumsuzluklar ardı sıra gelince, belli bir süre sonra "sikerim kainatını" vurdumduymazlığı yerleşiyor. işte, internet kafeden çıkıp ofise geri dönerken bu vurdumduymazlık bedenimi ele geçirmişti. sitelerin arasında bir basket sahası vardı ve çocuklarla basket oynamak, en azından günün birinde yanında basket sahası olan bir eve çıkmak istedim. bir sonraki ay otelde olmak istemiyordum artık. basket sahasının etrafında dolaştım, sitenin giriş katında "kiralık" yazan bir daire vardı, numarayı öylesine aradım. adam, "güvenlikte anahtar var eve bir bakın isterseniz" dedi. gittim, 1+1 küçük bir evdi, bana yeterdi, emlakçıdan değil de direk sahibindendi ve kirası, jeopolitik önemine oranla hiç de fena değildi. aidat dahil 400 kağıt, 550'ye ev bulsam direk çıkacağım günlerde ilaç gibi geldi. basket sahasına yakındı, site güvenlikliydi ve tamam dedim, tutuyorum. modemin dört ışığı yansa ya da bir arka sokaktaki internet kafe iflas etmese, bu evi asla bulamayacak ve emlakçıya bir kira bedeli verdikten sonra bu dünya'nın yaşamak için yeterince iyi olmadığını düşünecektim. gerçi hala öyle düşünüyorum ama en azından bunu kendime ait bir evde düşüneceğim. bilgisayarımda oyun oynayıp bir şeyler yazarken de olabilir, basketten hemen sonra ya da havada süzülüp muhteşem bir lay up ile potaya doğru giderken de.

ne işe yaradığını tam bilemediğim kaparoyu (iyi yanıyor diye olabilir), ev sahibine verdim ve hafta sonu geliyorum dedim. belki hayvanlık maksatlı ayın on ikisine kadar otelde kalmaya devam edebilirim. sonuçta tam para vermiştim, en azından ibneliğimi yapayım.

internetsiz bilgisayarda epey zaman kaldı, plan-kesit-görünüş çizdiğim yetmezmiş gibi ay kulesi tasarladım bir saatte. bir sonraki postta, sana ne hissettirdiklerini soracağım ama en azından bi bak göz aşinalığı olsun!


1 yorum:

sleeperjohn dedi ki...

kendim ev bulmuş gibi sevindim valla hayırlı olsun (sessiz takipçilerinden biri)