14 Şubat 2011 Pazartesi

eski günler ve müzeyyen senar

nedendir bilmem, canım müzeyyen senar dinleyerek başlamak istedi güne. müzeyyen abla beni sakinleştirebilir ve sinirlerime hakim olmama yardımcı olabilirdi. cumartesi sabahından itibaren, müteakip günlerin biraz zorlu geçeceğini kabullenmiştim fakat yine de sinirliydim. salı gününe yetişmesi imkansız şeyler vardır ve bu şeyler şu anda benim etrafımda kutu kutu pense oynuyor. neyse ki ilk etabı bitirdim ve kontrol renderı alıyorum an itibariyle. çok alengirli berbat bir şey ve ışığın camdan geçtikten sonra derinin üzerinde bıraktığı izin nasıl göründüğünü öğrenmek için bekleyecek ve yazacağım. 

yine de bu işin aklımın köşesine çöreklenip saat başı rahatsız ettiği hafta sonum beklediğim kadar kötü değildi, okuldan arkadaşlar ve konuşacak milyonlarca şey ile saatler hızla aktı. cumartesi akşam üstü buluşup yürümek ve uzun bir "ne var ne yok" muhasebesine başlayıp gassaray maçı izlemek için mekan aramak bazen her şeyin üzerini örter. biraz rötarlı da olsa bir mekana girip sürahide bira istedik. 1.5 litrelik sürahiyi kafaya dikmek istediysem de toplumda olmanın gereklerini yerine getirip 33'lük bardaklara pay ettim. efes olmasına rağmen gayet güzeldi tadı. çarşamba günkü arsenal-barca maçına da aynı yere gelmeye karar verdim. yine de aldığım kararları bira çarpanından biraz uzak tutmam lazım, şaşırtıcı şekilde ayın son günlerini yine parasız geçirme tehlikesi belirdi. bu tam anlamıyla benim tarzım olduğundan birlikte yaşamaya alışıyorum artık.

gassaray'ın kaybettiği bir maç oldu, yine antep yenere basmış olmam bu sefer para getirmedi ne yazık ki. sunderland'da gyan denilen holoholocunun golü 5 kağıda 90 lira almamı ve sürahiler dolusu birayla duş almamı engelledi. maç bittikten sonra "ev var" dediler ve korkuteli'ne gittik. antalya'nın antalya'dan bağımsız tek ilçesi. adeta kırıkkale'de bir bucak, konya'da bir belde. benzin istasyonunun yanında kışa özel fıçı efes bulmak, korkuteli'ni (korkuteli'yi de olabilir bu zıkkım) odun sobası ve eski dostlarla içmek, kışımı yaza çevirdi. içen adamlar değillerdi ama başlamışlardı. yine de toplam biranın yüzde atmışını içmek zorunda kaldım. herkesin kendine ait bir sıkıntısı vardı fakat salı günü başı belada olan bir tek ben vardım. neyi nasıl yapacağımı pek bilmiyordum. kolay olmayacağını düşünürken, kor gibi sobanın yanında aynı öğrencilik günlerinde olduğu gibi koltukta uyuyakaldım. rezil uykunun tadını unutmuşum resmen, sabaha karşı uyandığımda ayaklarımın birisinin nerede olduğunu bulamadım.

açık büfe kahvaltı veren fakat çeşit konusunda kontrolü kaybedip sadece peynirde çift haneli sayılara ulaşan don kişot derler, konyaaltı'ndaki bir mekanda ettiğim kahvaltı hafta içi boyunca yarı kapasitede çalışan midemi gözeneklerine kadar doldurdu. çayın sürekli tazelendiği, şahane mezelerin ve hamurluların olduğu, günlük gazetelerin aylık dergilerle kardeşçesine yaşadığı bu mekana sevgiliyi de getirmeyi düşündüm fakat bir tabak yer doyardı, kendisini amorti edemezdi. en az üç tabak doldurulmalı ve mekanı bir şekilde zarara uğratmalıydık. gerçi içki kategorisinde birer bardakla yetinen adamların kahvaltıdaki performansı da 10-12 yaş klasmanı gibiydi. ben pistonları yeni ısıtırken onlar çoktan doymuştu.

pazar akşamına kadar konuşulacak ne varsa konuştuk.  istanbul'dan gelen, blogumu takip ettiğini fakat uzun ve boş yazdığımı söyledi, hak vermeden edemedim. antalya'da olanla da basket oynamaya ve daha sık görüşmeye karar verdik. üç mimardık ve görünüşe göre hiçbirimizin iş nedeniyle keyfi yerinde değildi. okulda öğretilen hiçbir şeyin pek bir işe yaramadığında hemfikir olduk. parayı, okul dışında öğrendiklerimizden kazanıyorduk. 

akşam çökerken, evli evine, köylü köyüne döndü. on saatliğine de olsa kalktım eve gittim, yoldayken annemi arayıp mercimek çorbası diye yalvardım. sağolsun zihinsel gelişimi bir türlü tamamlanamayan büyük oğlunun isteğini kırmadı, eve girdiğimde çorba beni bekliyordu. ekstradan yaprak sarması da vardı. pazartesi günü dönerken yanımda götürürüm diye fazla fazla yapmıştı. eve dönmenin, herhangi bir müslümanın hacca, hristiyanın da vatikan'a giderken  hissettiklerinden biraz daha fazlası olduğunu düşündüm. bu benim ruhani zirvemdi, başka bir galaksiye göreve gitsem bile sonunda varacağım noktanın bu ev olduğuna karar verip, haddinden fazla sarma yediğim için halıda yuvarlandım.

pazartesi sabah ise başka bir yazının konusu olacak kadar sert başladı. müzeyyen senar'a sığındım sabahın erken saatlerinde. dedemi ve dedemle rakı içmeyi özledim. ve son senelerde olduğu gibi yine mayısı beklemeye başladım.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Uzun ve boş yazdığını söyleyen, caydırmasın seni amman haa? Toplaşır, alırız aklını :)

mies dedi ki...

ara sıra boş beleş yazdığım bir gerçek, zaten kendisi de yazının tamamından ziyade başını ve sonunu okuduğunu söyledi. arkadaşlarım genelde okumuyor:) böyle de süper adamlar.

willy dedi ki...

lan mayışı yine mi bitirdin. hani ilk aylıklığınla cundada güveçte ahtapot yidireceğidin bana. cümle alem duysun: bu herif ara sıra iyi yazabilir ama arkadaşlarına karşı sözünü tutmayan birisidir. bi de sen süper adam olsan katılsan aramıza

mies dedi ki...

her şeyi yedin bi güveçte ahtapotun kaldı he mi? deniz çuprası yedirem tanesi 120 kağıda? her yazdığımı yorumla willykuşum, bir ay daldaki tuborg yerine daldaki willy ile açılsın blog. şere finişi.