6 Aralık 2010 Pazartesi

ayakkabıcı ve 7 numara

askerde top oynarken sol iç kısmının hafiften açıldığı süperstarımın bir tekini tamire götürmekle başladı bu son aylak pazartesim. acaba bir sonraki ne zaman olacak? zaman neler getirecek, bir motorsikletin üzerinde güneşin batışı neredeyse oraya gidebilecek miyim?

küçük dükkanında tavana kadar eski ayakkabıların olduğu ayakkabıcı halinden memnundu, selam verip girdiğimde mandalina yiyordu. bana da ikram etti, babamı tanıyordu. en fazla dört kişinin sığabileceği bir dükkanda tabureye çöküp ayakkabıların derdini anlattım. süperstarımın içine parça eklemek gerektiğini söyledi, onayladım. ayakkabı üzerine saatlerce konuşabilirdim, genel olarak ayakkabıları değil benimle türlü maceraya atılmış bir çifti sever ve onları korurdum. siler, parlatır ve gerekirse de tamire götürürdüm. beni cezbeden yeni bir çift ayakkabının ışıltısı değil, beraber askerlik yaptığım siyah üzerine gri çizgili adidas'ım olurdu. 

ayakkabıcıda oturup birer bardak çay içerken, önceden çok şişman olduğunu hatırladığım amatör takımın amigosu geldi. sesi insanı çıldırtacak kadar inceydi ve 7 numaralı çocuğun çok iyi olduğundan bahsediyordu. adı cenkmiş, üçüncü lige bu sene kesin çıkacaklarmış. üç kişiyi peşine takıp apalatmış (süründürmek- rezil etmek). bir takıma ömrünü vermişti ve galibiyetle kapadıkları haftalardan sonra bunun keyfini sürüyordu. spor salonunun bekçiliğini de kapmıştı belediyeden, hayatı yolunda gözüküyordu. masanın üzerinde duran mandalinayı kapıp geri çıktı. ayakkabıcıda gün eğlenceli geçiyordu, dakikasında yeni birisi geliyor ve bir şeyler anlattıktan sonra geri çıkıyordu. ortaokul çağlarında bir çocuk geldi ve top oynamaya gideceğini söyledi, ayakkabıcının oğluydu. babası "alırım ayağımın altına" deyip çocuğu geri gönderdi. derslerine çalışmayan haylaz bir çocukmuş, sıra arkadaşının aklına uyarmış. yine de ayakkabının önü açıldığı zaman bunu dert edecek son çocuktu, elindeki topu sektirerek gözden uzaklaştı. 

raflar sahiplerinin kimliğini almış eski ayakkabılarla doluydu. küçük ayakkabıların kenarı top oynamaktan açılmışken, kadın ayakkabılarının tokası düşmüştü. topuğu eğrilenler, dikişi sökülenler derken en sağlıklısı yine benim cancağızlarım gözüküyordu. halı sahada top oynamasam yine bir şey olmazdı da, askerde insan eğlenecek bir saat buldu mu kaçırmak istemiyor. akşam 9-11 arasıydı maç, iki saat koştuktan sonra nöbete çeyrek kala bölüğe gelmiştim. kamuflajlarımı giyip nöbet yerine ulaşmış ve epey zor bir nöbette ayakta durmaya çalışmıştım. gücüm bitmişti, uyku ölüm kadar kesindi fakat uyumamalıydım. işte o gece hafiften açılan ayakkabımı, bugün tamire götürdüm. kontör almak için çarşıya çıkacaktım zaten, hazır çıkmışken birkaç branş daha ekledim.

ayakkabıcıdaki zaman hızlı ve güzel geçti, 7 numaranın varlığından haberdar oldum. acaba süper lige yükselebilecek miydi, yoksa amatör liglerde mi geçecekti ömrü? kaç yaşındaydı, sol ayağını da kullanabiliyor muydu? bir sonraki hafta belki giderdik babamla maça, devre arasında birer köfte ekmek ve ayran da alır soğuk tribünlerde otururduk. 7 numarayı izlerdik, notlar alırdık. bilemedim, sağlamlaştırılmış ayakkabımla ayakkabıcıdan çıkıp kontör almaya girdim. numaramı sordu, ilk seferde aklıma gelmedi. neyseki "a" diye kendimi kaydetmiştim, oradan baktım numarama.

kontörü yükleyip elimdeki poşetle eve doğru yürürken de sevgilimi aradım, bir gün duymasam özlüyordum. insanlar hep bir uğraş içindeydi, aralarına karışmaya birkaç günüm kalmıştı. ben de çalışacak ve ekmeğimi kazanacaktım sonunda, bir işe yarayacağımı düşünüp dükkanların içlerine baka baka eve geldim.

bir pazartesi daha bitmişti, çarşamba sabahına ise pek bir şey kalmamıştı.



1 yorum:

hevesli bardak dedi ki...

Apalamak diye annem emeklemeye der, çocuk emeklemesine. Annem Antalyalı. Ondanmış demek.