16 Aralık 2010 Perşembe

beautiful day

u2'nin bu şarkısını bundan tam sekiz sene önce, ankara metrosunun girişinde kız arkadaşımı beklerken montumun cebine sığdırmayı başardığım walkmenimden dinlemiştim. ben soğukta dikilirken dünyaya merhaba demiş bir çocuk, bugün sekiz yaşına bastı. geçtiğimiz sekiz sene benim hayatımda öyle büyük değişiklikler meydana getirmezken, çocuğun hayatı her şeye hayret etmekle ve bol bol oyun oynamakla geçti. onun okul öncesi sorumsuzluğu bitti, hafta içi her gün erkenden kalkmak ve okula gitmek zorunda; benim de okul dönemim bitti ama yine erkenden kalkmak ve işe gelmek zorundayım. onun önünde okumakla bitmeyecek, bende de çalışmakla bitmeyecek seneler var. her 16 aralık'ta o doğum gününü kutlarken, ben de birkaç kırmızı tuborg ile akşamı getireceğim.

gün güzel başladı, dünden bitirdiğim işler bugünün yükünü omuzlarımdan epey indirdiğinden biraz rahattım. biraz autocad, biraz modele alternatif fikirler, biraz sözlük ve biraz da scrabble. dışarıda gök gürlerken yaptığım kahve de şık durdu, ilkokulun bahçesinde oynayan çocuklara baktım. var mıydı acaba 16 aralık 2002'de doğan aralarında? 2000 sonrası doğan çocuklar kinder sürprizden çıkmış oyuncaklar gibi geliyor, oysa 90'lıların bile şaka maka yirmi yaşına bastığı günlerdeyiz. yaşlıların sıkıntı veren yaş hesabına pek girmeden günün en güzel olayını anlatayım:

aynı odada çalıştığım ve keşif-metrajdan sorumlu kız, yaklaşık saatte bir yanıma gelip yaptığım modele bakıyor ve hayret ediyordu. hevesleniyordu aynı şeyleri yapmak için, sorular soruyordu. son dört günümü bu davranışına sabretmeye çalışarak geçirmek ise beni yıpratmaya  başlamıştı. benimle aynı ekrana bakan insanın varlığı tüylerimi diken diken ediyordu, elim mouse'a bile gitmeden mal gibi butonlara bakıyordum ve o, bütün bu negatif enerjiden bir şey anlamıyordu. gün geçtikçe her şeyin daha da kötüleşme ihtimalini göz önünde bulundurarak "kusura bakma ama birisi bakarken çalışamıyorum, kişisel algılama fakat bu yıllardan beri böyle" dedim.o da bunu anlayışla karşıladı ve masasına bir daha kalkmamak üzere oturdu. muhteşemdi, hem de sadece bir haftada! inanabiliyor musun amanda?

öğlen yemekleri ise semtin pahalılığı nedeniyle çile olmaya devam ediyor, bir çorba da dört lira etmez ulan? dün, ucuz olur diye beyaz floresanla aydınlatılmış bir mekana gidip yayla çorba-adana dürüm ikilisine 12 lira verdim, içim sızladı. bugün de mercimek çorbası aromalı kaynamış suya dört buçuk vererek rekorumu geliştirdim. eve çıkmak şart, hem annem de gelir yemek yapar, insani yardım getirir. otelin sorumluluğu neredeyse hiç yok ama insan sıcak bir çorba istiyor bu soğuk akşamlarda. bu akşam ise pizza diyor içimden bir ses, sbarro'ya domalacağız artık elimizden geldiğince. hemen otele gitmek istemiyorum, dün ayı gibi on iki saate yakın uyudum. bu haftanın uykusuz'u çıkmıştır, biraz da ayakkaplara bakarım. mevcut süperstarlarım miyadını doldurmak üzere ve uzmanlar, ay sonunda alacağım maaşın bir kısmıyla ayakkabı almamın neredeyse kesin olduğunu ve bunun dünya ekonomisine taze bir kan gibi geleceğini söylüyor.

bununla birlikte kırmızı tuborg içme isteğiyle her akşam güreşmekten bıktım. hafta sonu kardeşimle evde, kendi bilgisayarımın karşısında içerim üç tane, pırıl pırıl yapar. yarının cuma olması, cumartesi çalışıyor olmama rağmen umut veriyor. cumartesi biraz erkenden çıkarım, otobüse yetişir ve ilçeye dönerim. ilçeye gelişim şerefine koyunlar kesilir, davullar çalar. alırız etimizi, nevalemizi; pazar günü gideriz çıralı tarafına hava güzel olursa. sıcak yuvada yatarım cumartesi-pazar, pazartesi de dönerim şahlanan atlar misali.

güzel bir gün, bulutların arasından süzülen güneş ara sıra kimsesiz bir denizi yer yer aydınlatıyor. sekiz yaşındaki bir çocuk şu anda bisküvi-süt ikilisiyle televizyon izlerken, ben de bir yazıyı daha yolluyorum uzay boşluğuna.



Hiç yorum yok: