25 Nisan 2011 Pazartesi

beklenmeyen huzur

pazartesi olmasına rağmen ortalık epey huzurlu, ofiste kimse yok. stor perdeleri sonuna kadar indirip, behzat ç.'nin dün izleyemediğim kısımlarını izledikten sonra kahve yaptım. karnım aç ama ben ofisten çıkar çıkmaz telefonun çalacağını ve bu kahrolası telefonunun da çok önemli haberler vereceğini bildiğimden dışarıya yemek yemeye çıkamıyorum. bu sabah aldığım günde bir saat dışarıda olma planı, dudağımın kenarında sadece yerine getirilemeyen planların verdiği bir tebessüm veriyor. yarın kesin. ofiste yiyecek bir şey yok, keşke zamanında kağıt yemeye alışsaydım. şimdi selülozdan çilingir sofrası bile kurmuştum. neyse akşama artık, migrostan leziz mezeler alıp bunu odamda dizi izlerken yerim. şaşırtıcı derecede yine parasız kaldım, uzmanlar "vay ki ne vay" diye raporlar yayınladı. kaldım da neden kaldım bir sor? bir kenara para atmaya başladım da ondan parasız kaldım. bu para attığım kenar, annemin sorumluluğu altında olduğundan o parayı bir daha göremiyorum. yoksa benim adam olacağım yoktu zaten bu para işlerinde, kardeşimin aynı taktikle bir sürü birikmişi oldu ama o da bu aralar parasız. ileride bir gün mantıklı işler yapmaya karar verirsek diye var o kenar ama şu haftayı da sonlandırsam güzel olurdu.

kitap yazarsam alacağını söyleyen 200. kişiyi de geçen hafta excel tablosuna ekledim. kitaptan ziyade, ofisin printerında çıktısını alabileceğim bir format üzerine düşünüyorum. hem basım giderlerinden kısarım hem de yayınevi komisyonundan kurtulurum. ilk kitabımda inanılmaz para kazanıp yaz boyu mistik turlar yaptıktan sonra da eylül gibi ofislere geri dönerim. adam başı on kağıt kazansam, 200 kişi eskinin parasıyla iki milyar eder ki hiç fena değil. bir de sevip de söyleyemeyenler vardır, bir bakarsın ilk kitabım (birinci hamura fotokopi) beş yüz satmış, ofis printerının yanına bir de para sayma makinesi almışım. kağıt tasarrufu da yaparım ki hem; sol alt köşede ofisin logosunun ve adresinin olduğu antetli kağıtlara yazarım ilk eserimi. radikal kitap'tan abiler gelip kaval kemiğime kavalla vuruncaya dek bu arsızlığa devam ederim. eğer kitap, beklentilerin aksine yirmi altı ya da yirmi yedi satarsa, excel tablosunu açar ve adresleriyle kaydettiğim insanların evlerini sabaha karşı basmaya giderim. 

tamam saçmalamayı kesiyorum. zaten dört beş paragraf tutarlı devam etsem, anında ofisin printer'ına göndereceğim ilk taslakları. fakat takdir edersiniz ki, gezi notlarımdan bahsedecek ya da başka ülkelerin mutfaklarını masaya yatıracak kadar gezmiyorum. aynı yerde, aynı konumdayım. bu aynılık bazen haddini aşınca boyun ağrısı ile kalkıp gidiyor ve uyuşmak için bir litre ayran içiyorum.

fakat huzur, herkesin gitmesi ve geride beni bırakmasıyla her tarafa doluyor, yavaş adımlarla kahve yapmaya giderken de yalnız çalışmam gerektiğini düşünüyorum. çalışıp da deveye hendek atlatmıyorum ama yine de can sıkıcı olabiliyor, biliyorsun. aklım, yolda tıkır tıkır çalışır ve fikirler kadrandaki rakamlar gibi sürekli değişirken, ben başka bir insana dönüşüyorum. hah işte, tüm bu yazılar da o insandan arta kalanları temize çekme çabasından fazlası değil. bir gün gezi, geri kalan altı günü amorti ediyor.

huzuru da çalışırken bulduğum ender saatlerde, ağzım kulaklarıma varıyor. adeta on lemur gücündeyim, kelime oyunu oynarsam ardı ardına beş galibiyet alacağımın da bilincindeyim.





2 yorum:

Adsız dedi ki...

sizi yaklaşık 8 ay önce sözlükte keşfetmeme rağmen blogunuzu 1 hafta önce twitter sayesinde keşfettim hem twitter hem burdan takip ediyorum yazdıklarınızı.blog harika! gerçekten inanılmazsınız! ve bir gün kitap yazarsanız o 200 kişinin arasında ben de varım! üstelik 5,6 tane alabilirim arkadaşlarıma da hediye ederim :) durmadan yazın ne olur..

mies dedi ki...

teşekkür ederim, 200 kişi biraz arttı neredeyse 300'e vardı. birlikte daha iyiye:)