18 Haziran 2011 Cumartesi

high fidelity

müzikal bağımlılığım aldı başını gitti, her gün bir şarkıya takıyor ve onu defalarca dinlemeden sakinleşemiyorum. vücudum sanki boş bir salonmuş gibi davranıyor; her nota içimde yankılanıyor, çeperlerden çarpa çarpa tüm vücudumu dolaştıktan sonra beynimde toplanıyor. her gün başka bir şarkı, her gün başka notalar. birbiriyle bağlantılı olmayan şarkılar bir gün süreyle bende kaldıktan sonra yollarına devam ediyorlar. aynen yol üzerindeki dinlenme tesisi gibiyim, sıradaki parçanın ne olduğunu bilmiyor ve ne gelirse gelsin kabul ediyorum. 

üç gün önce albinoni'nin adaggio'su, kulaklığımı takıp play tuşuna basmadan çok önce içime yerleşmişti. tüm enstrümanları duyabiliyordum. ciğerimi söküp yerine yaylıları takmış gibiydiler, ağzımı açsam içimden çıkacak müzik odayı dolduracak ve açık pencerelerden sokağa taşacaktı. akşama kadar aynı şarkıyı dinledikten sonra ancak kendime gelebilmiştim, içimdeki ateşi de kontrol altına almak gece yarısını bulmuştu. mutfakta bulaşık yıkarken, evin kapısını kitleyip siteden çıkarken, okulun yanından geçip gölgede uyuyan köpeklere bakarken içimde notalar vardı. dinlemekle doymuyordum, iflah olmuyordum.

dün ise sabah saatlerinde kansas-hold on başladı. o görkemli giriş, 70'lerin progresif öğeleri derken saatlerce aynı şarkının etrafında dolanıp durdum ve içine bakmaya çalıştım. bu madde bağımlılığından farksızdı, şarkıyı dinlemediğim, duymadığım herhangi bir an yoktu. hold on, görevini pearl jam-fatal'a bıraktığında gün devrilmiş, dolunayın yükseldiği bir gece de tül perdelerin arasından evin içine süzülmüştü. şarkılar dönüp dolaşıyor ve onlardan kurtulmama izin vermeyecek derecede etrafımı sarıyordu; tuttukları safların arasından bırak insan geçmeyi, su bile sızmıyordu. belli bir tarza ait değillerdi, 90'ların başındaki seattle'dan 70'lerin progresif dünyasına, ortaçağın gotik atmosferinden, elektronik altyapısı olan füzyon müziğine kadar bambaşka örnekler beni esir almıştı, hepsinin tek bir ortak özelliği vardı: karşı konulamaz tutku. besteleyenler, parçalara ruhlarını akıtmış ve hayatlarını notalara sıkıştırmıştı.

adagio, fatal, hold on, sad, wasted sunsets ve ohne dich'ten sonra, bu sabah yeni bir şarkı daha doğdu içime. muse-starlight. en son ne zaman dinlediğimi bilmem, muse'dan ise eskiden hoşlandığım kadar hoşlanmam ama elimde değil işte. o şarkıyı bulup dinleyene kadar içimde bir şey yükselmeye ve ısınmaya devam edecek. bir uyuşturucu bağımlısının yoksunluk krizlerinde yaptığı gibi sağı solu tekmelemeye ve öngörülemez bir şiddet uygulamaya başlayacağım oturduğum yerden. fiziksel dünyada bir bilgisayarın karşısında, sadece parmakları hareket eden ölü yüzlü bir adamım fakat içimde bir yanardağ yükseliyor ve bu lavları sadece karadeliklerin yutacağını bildiğimden, şarkıyı arıyorum. inmek üzere. yaklaşık bir dakika kaldı. sonra telefonun bağlantı kablosu ile bilgisayardan alacağım şarkıyı, bir eroinman nasıl serum lastiğiyle pazusunu sıkıp damarları belirginleştirirse; ben de telefonun bağlantısıyla artık müzik bağımlısı olmuş bedenimin damarlarını ortaya çıkaracağım ve notaları zerkedeceğim.

biliyorum artık çok geç ama:

our hopes and expectations,
black holes and revelations


Hiç yorum yok: