30 Haziran 2011 Perşembe

fatal

kaymaklı yoğurt ve cebimde tutması imkansız bir şans topu kuponu  ile eve gelirken her ayın son gününde yazmayı alışkanlık haline getirdiğim "a day at the end of the artık hangi aysa" üzerine düşünüyordum. hazirandan aklımda kalan, iki dost ve bir ayrılıktı. onur ve willy beni görmeye değil de bira içmeye gelmiş gibi ellerinde biralarla winterfell'i şereflendirmiş ve yeterince içip pes oynadıktan sonra da geri dönmüşlerdi. ilişki ise beni yine, yeni, yeniden aynı insana çevirmiş ve ayrılığa giden yolun önüne bırakmıştı. yolun gerisini daha önce defalarca yürüdüğümden, bir bitiş daha beni şaşırtmadı. iki kişi neden fazla geliyordu, onu bilmiyordum.

tuborg satan marketin önünden geçerken, kapıya sırtını yaslamış kovboy çizmeli iradem sert bir ıslık çaldı. kafamı kaldırdığım an onunla göz göze gelecek ve kaymaklı yoğurdun yanında hatırı sayılır miktarda birayla eve girecektim. son paramı biraya yatırmak istemedim, 28 yaşında bir adamın cebinde 3-5 kuruş da olsa para olmalıydı. hem belki yarın maaş alamazdım, evdeki yiyecek stoğum beni uzun süre idare ederdi fakat belki canım lokum çekerdi? belki de bir tepsi kadayıf yaptırmak için ölümcül bir istek duyardım. 28 yaşında bir adamın cebinde bir tepsi kadayıfı peşin alacak para her zaman olmalıydı, o yüzden kafamı kaldırmadım. ayakkabılarımın ucuna bakarak yürümeye devam ettim.

"bu bölükte üç ay, iki hafta, dört gündür vukuat yaşanmamıştır."

yine ayakkabılarımın ucuna bakarak yürüyorum. kapalı bir alan, 30*30'luk beyaz seramiklere çarpan beyaz floresanın altında nöbetteyim. bir duvardan diğerine iki saat boyunca yürüyor ve ara sıra duvardaki vukuat tablosuna bakıyorum. üç ay, iki hafta ve dört gün önce askerin birisi askeri araçla bir sivilin ölümüne sebep olmuş. o zamandan beri bölükte işler yolunda, rekoru her gün biraz daha geliştiriyoruz el birliğiyle. üç ay, iki hafta ve dört gün önce nerede olduğumu düşünüyorum. artık çok uzakta kalan bir sahilin gün batımında, kıyıya vuran bir lastiğin kenarında kafam güzelken uzanıyor muyum kumların üzerinde? askere gelmeden önce yaptıklarım aklımın köşesinde dolaşıyor, her şeyi kaydetmek ve ezberlemek işime yarıyor. seramiklerin ölçüsü, oradan okuldaki projelerim, mimarlığı kazandığımı öğrendiğim o güzel yaz günü, rock bar'da geçen gecelerin sarhoşluğu, öncesinde izmir, okulun kütüphanesinin camına başımı dayayıp okuduğum kitaplar, başka günler, başka anlar, başka şarkılar. nöbet bitmeye yaklaşırken gözlerim açık daldığım rüyadan uyanıyorum. 

gözlerimi açtığımda kendimi başka bir evde buluyorum, yalnız başımayım. bir dizi izlerken uyuyakalmışım, kendime geldiğimde "bu işyerinde 93 gündür kaza olmamıştır" yazısını okuyorum. bir yerden tanıdık ama nereden? uykuyla uyanıklık arasında yerimden kalkıyor ve kahve yapmak için mutfağa gidiyorum. her şey kontrolüm altında; üç kaşık kahve, üç küp şeker, kaynar su ve kaşık. sırası çok önemli değil. kahveyi alıp odama geri dönüyorum. vakit gece yarısı ve a day at the end of the june için doğru günün ilk dakikaları çoktan geçmiş.




Hiç yorum yok: