14 Haziran 2011 Salı

biterken uğradım

siyah avizenin altında siyah sehpalı butiğin render alma vaktini iyi ayarlayamayınca bir yarım saatlik gecikme söz konusu olacak. bari dedim bloga gelip, akşama içip içmemek üzerine fikir yürüteyim. heybemden dökülen kelimeler ve bilinçaltımın izleri, bira almamı gerektirirse eve giderken markete uğrayacağım. eğer bugün değil şampiyon, yarın zıkkımlanırsın gibi bir sonuç çıkarsa da bime uğrayıp erzak alacağım. tuhaf, öngörülemez ve engellenemez bir miskinliğin esiriyim bugün, öğlen gidip tezgahın üzerindeki tavuğa bakıp geri dönmem ise beni bile şaşırttı. kış boyu uyuduktan sonra mecburen uyanan fakat uykusunu alamamış bir boz ayının huysuzluğunda ofise geri geldim. tezgahın üzerinde bekleyen tavuğu da buzdolabına geri koydum. patates kızartması da yapacaktım sözde ama gücüm ve zamanım yetmedi. öğlen arası yemek yapmaya odaklanamadım. biraz televizyona baktım, bilgisayarımı açıp downloadları başlattım, evin pencerelerini açıp cereyan oluşturmaya çalıştım ve zamanı hunharca tükettim. bir de şu her detayı yazma manyaklığından vazgeçsem iyi olacak. tamam birisine faydası dokunsun diye yazmıyorum ama yine de giriş-gelişme ve sonuçtan izler taşısa fena olmaz. nedir peki beni bu yola iten, tezgahtaki cansız tavuklar mı? üşengeçliğin siyah avizeden parlayan ışıltısı mı? şakaklarımdaki ısı ve içimdeki sıkıntı, mutlu yada mutsuz olmama belirsizliği, hangi günde olduğumu çoğu zaman unutma anksiyetesi? 

birisi mesaj atmış ve kan değerlerine baktır, b 12 vitamini eksikliği olabilir demiş. geçen hafta da belirtiler, uzun zamandır depresyonda olabileceğimin altını çizmişti. ulan ister misin hem vitaminsiz hem de ruhen lastiği patlatmış olayım? manen ve madden bir şarampolden yuvarlanırken, bir de avize modeliyle, içmimarlık buhranıyla saçmalayan kadınlarla uğraşayım? eğer böyleyse yine de iyi idare ediyorum; modeli, malzeme ve ışığı hallettim; gerisini bilgisayara havale ettim. b12 vitaminli bira olsa da içsek be panpa, hem kafayı hem de vücudu toparlasak. 

iki paragraftan sonra şunu anladım ki, bugün içsem hiç fena olmayacak. dört gold mu yoksa üç kırmızı mı? dört gold daha iyi bir tercih, hafta içi kırmızı içmek istenmeyen gebeliklere sebebiyet verebiliyor. yemek olarak da tavukla bir kez daha masaya oturmam lazım, konuşup anlaşırsak fırında tavuk; anlaşamazsak da işkence edilmiş tavuk yerim. o tavuğu bugün yemem lazım. hem içince odaklanma katsayım artıyor, pürdikkat yemek yaptıktan sonra hızımı kaybetmeden bulaşığı da yıkayabiliyorum.

hey gidi, onur'la istanbul'da danalar gibi içtikten sonra çorba yapmaya karar verirsek, tencerenin başına geçer ve tahta kaşıkla saatlerce tenceredeki bileşiği karıştırırdım. bazen ocağın altını yakmayı unutur ve benim sürtünme kuvvetiyle yaptığım enfes tarhanayı yerdik; bazen ben tarhanadan nefret ettiğimi hatırlardım ve çorbaya lanetler okuyarak sofradan kalkardım. pes oynama teknolojisi yokken, cuma öğleden sonraları içerek tavlaya başlar ve yükümüzü aldıktan sonra da taksim'e çıkardık. muse çalan rock barlardan sekerken, ne kapıya odaklanırdık ne de masalara. işimiz gücümüz yoktu, eve dönmek için de renderın bitmesini beklemezdik.

en iyisi dört gold ile firavun gibi takılayım. içip içip bir şeyler yazayım.


Hiç yorum yok: