15 Haziran 2011 Çarşamba

kaşarlı avize

dün öğlenki miskinlik solosundan sonra bir daha bu kadar ileri gitmeyeceğime karar verip sabah erkenden uyandım. o hızla duşa girip tıraş oldum. gri pantolonomu ve üzerinde beyaz çizgiler olan gri tişörtümü önlü arkalı ütüledim, bunlar yetmemiş gibi zeytinyağı ve kekikle kutsadığım zeytin salatası ile kahvaltı yaptım. öğlene bulaşık bırakmamak için bulaşıkları yıkayıp bir de üzerine kahve içince, dün harcadığım enerjinin iki katını bir saatten kısa sürede harcadım. enerji böyle bir şeydir, ne kadar az hareket edersen o oranda enerjin azılır. bir koltukta televizyon izleyen adam yerinden kalkamazken, saatlerce koşan başka birisi, gelir gelmez duşunu bile alır ve kendini zinde hisseder. dolayısıyla ne kadar enerji harcarsan o kadar enerjik olursun. ben bunun farkına biraz geç vardım belki ama zararın neresinden dönersen kar sayıldığı bir dünyada, buna 28 yaşında ulaşmak sandığım kadar kötü değil. hareket etmek lazım.

sabahki enerjim işime de yansıdı ve siyah avizenin mekanı lanetleyip gelenleri yedi nesil boyunca umarsız acılara sürüklediği butiğin görsellerinde iyi bir aşama kaydettim. patronoviç güzel buldu, bir kılıcı olsaydı eminim beni şövalye ilan eder ve küçük bir arsa bağışlardı. fakat her şeyin parayla ödendiği berbat bir yüzyılda yaşadığımızdan; ne ünvan ne de arsa kapabildim. biraz hımmladıktan sonra işime, yeterince acıktıktan sonra da öğlen arası için evime geri döndüm.

bim'den aldığım mantarların saplarını koparıp çöpe attıktan sonra, mantarda kalan boşluğa küp küp kestiğim kaşarları, domatesleri ve biberleri sıkıştırdım. birkaç mantar eğitim zaiyatı oldu, yine de onları tasviye etmek yerine arkadaşlarının yanında mikrodalgaya girmelerine müsaade ettim. yemek yapma esnasında alice cooper'ın poison'u, mantarların zehirli olabileceği şüphesini sürekli diri tuttu. mantarlar zehirliyse, süzme yoğurt bunlarla savaşabilirdi ve yün eğiren kör kadınlar şahidim olsun ki dolapta dünden kalan iki kutu birayla süzme yoğurt vardı. dört dakikalık bir dalga deneyiminden sonra, eriyen kaşarların mantarı ve geri kalan her şeyi kapladığı yemeğim hazırdı. hafif, şık ve başka ülkenin mutfağını hatırlatan mantarlı bileşikleri yerken, japonya ligine oynadığım maçları düşündüm. çantada keklik gibi gözüken maçlara on kağıt basmıştım, elli lira kazanmak hiç bu kadar kolay olmamıştı.

yemekten sonra bulaşıkları da yıkayıp dinamik şempanzeler gibi işe döndüm, bir render daha bitmiş ve siyah avize yeterince sarkmıştı. banko görüp her kupona yazdığım kashiwa ise evinde 3-0 yenilmişti. çekik gözlü kardeşlerimin oynayacağı topun anasına küfredip sakinleştim. büyük zarardaydım ve bu parayı geri kazanacak adam gibi bir lig de kalmamıştı. atvidaberg kenetlenmişti sadece.


Hiç yorum yok: