28 Haziran 2011 Salı

kahve öyküleri

eğer günün birinde, adresimi ele geçiren bir yayınevi beni kıskıvrak yakalar ve bir öykü kitabı çıkarmam hususunda tehdit ederse, yazmadığım takdirde hangi organımı ilk olarak gözden çıkaracağım gibi hunhar anketler düzenlerse, onlara kısa ve net bir tamam diyeceğim. ne isterseniz yazacağım, eğer konuyu bana bırakıyorsanız da kahve öykülerini yarın sabaha kadar teslim edeceğim.

dün gece, napoliten soslu makarnanın verdiği gülle hissiyatını azaltmak için kahve yapıp yanıma dört şeker aldıktan sonra odama geri dönmüştüm. üç şeker istediğim lezzeti verince, dördüncüyü klavyenin kenarına koydum. bir fincan daha içecektim nasıl olsa, kahve ve müzik güzel gidiyordu. ikinci fincan için mutfağa gittim, üç kaşık kahve ve iki küp şeker attım. diğeri masanın üzerinde kurbanlık koyun gibi beni bekliyordu. tezgahın üzerinde kahvemi karıştırdıktan sonra masama geri dönüp oturdum. kaşık mutfakta kalmıştı ve ben üçüncü şekeri daha atmamıştım. yerimden kalkmak ya da kahveyi iki şekerli içmek istemiyordum. o yüzden, küp şekerin bir şekilde eritilmesi gerekiyordu. çözünürlük hızını etkileyen faktörleri düşündüm:

. sıcaklık
. çözeltiyi karıştırmak
. yüzey alanını genişletmek

karar vermeye çalıştığım her an, kahvenin sıcaklığı düşüyordu. karıştıracak herhangi bir şey, o an kilometrelerce uzakta gözüken mutfak tezgahının üzerindeydi ve küp şekeri ellerimin arasında parçalayıp onu toz şekere çevirmek istemiyordum. belki dedim, küp şekeri kendi ekseni etrafında hızlıca çevirerek atarsam, ilk andaki ivme onun çözülmesini sağlar. yaklaşık 20 yıl sürmüş eğitim hayatımın bana verdiği yetkiye dayanarak, küp şekeri orta ve baş parmağım arasına sıkıştırıp hızlıca çevirerek bardağa fırlattım. hesaplar tutmamıştı, bardaktan büyük bir yudum aldıktan sonra, bardağı hafiften çevirmeye başladım. santrifüj yöntemine gelmişti sıra. bunda da yeterince iyi olduğumu söyleyemem. eğer bardağın tamamı için üç küp şeker kullanmam gerekiyorsa, iki küp şekeri büyük ve şekersiz bir yudum aldıktan sonra eklemem her şeyi çözecekti fakat geç kalmıştım. ikinci fincan kahvem rezil olunca keyifsiz kapattım pazartesiyi. bazen olmuyordu.

bugün ise, uzak bir tatil beldesine rölöve almaya gitmiş olmanın yorgunluğuyla eve geldim. mükemmel bir pilav ve aynı mükemmelikte zeytinyağıyla kızdırılmış sarımsaklı domatesli tavuk yaptıktan sonra, yine çok yediğimi kabul ettim. kahve beni kurtaracaktı. bu sefer her şeyi mutfakta halledecek, üç şekeri ve üç kaşık kahvesi koyulmuş bir bardakla odama girecektim. suyu kaynarken, ben ideal ölçekleri kırmızı bardağıma boca ettim ve odama girdim. sandalyeye oturdum, severek izlediğim, gülerek titrediğim, bir bölümünün hangi ara bittiğine pek anlam veremediğim shameless'in dokuzuncu bölümüne tıklayıp elime bardağı aldım. bardak hafifti ve sanırım su koymayı unutmuştum. hafiften tebessüm eder gibi oldum fakat bu kendi salaklığıma olan bıkkınlığımın yüzümü çarpıtmasından başka bir şey değildi. mutfağa geri gidip suyu koydum ve geri geldim.

günün birinde, bir yayınevi kolumu kıvırıp "sabaha hazır olacak lan o kitap" derse, bu kitabın ne üzerine olacağını düşündüm. kesinlikle kahve üzerine olmalıydı. evet bundan emindim.


Hiç yorum yok: