20 Haziran 2011 Pazartesi

between angels and insects

her şeyin yerini ve zamanını bilen winamp, radiohead-scatterbrain ile başladı. sitenin çimleri sulandığından, su tabancalarının tiktakları sineklikle koruduğum açık pencerelerden içeri giriyor. biraz önce nasıl olduğunu anlamadığım şekilde bir arı da bu tiktaklarla birlikte içeri girmişti. tüm pencerelerde sineklik vardı ve onun bu evden canlı çıkmasının tek yolu, evin kapısını açıp, dışarıda güzel bir hayatın onu beklediğine inandırmaktı. bir tane arıyı dışarı çıkarmak için üzerimi giyinmeyeceğimi kabullenip, onu geçen haftaki uykusuz ile öldürmek zorunda kaldım. zaten arı da değilmiş, siyah ve sert kabuğu (bu kitinli yapıda protein bazlı bir örtüdür) olan ve yeterince yaşamış bir böcekmiş. eve giriş zordu ama çıkış da imkansızdı. böceği, deodorant ve dev çakmak ikilisinden yaptığım lav silahıyla da yakabilirdim ama hazır yakmışken tüm siteyi de yakayım, emeklileri de ayıklayayım gibi bir düşüncenin gelebileceğinden korktum. o artık evine dönemeyecek ölü bir böcek, küllerini okyanusa savurmak istesem bile okyanus yok.

charles aznavour ile devam ediyor, rastgele tanrısı winamp; bu bana yaşamadığım zamanların ılık akşam üstleriyle birlikte şaraptan sarhoş olmayı hatırlatıyor. uzakta gemiler de geçiyordur belki, bağların hemen yanında zeytinlikler de boylu boyunca uzanıyor ve yıkık duvarlı bir manastıra kadar devam ediyordur. asma yapraklarının içinden geçen güneş, verimli topraklara saplanırken, bir bardak daha şarap için masaya yalpalayarak yürüyorumdur. müzik beni şekillendiriyor, detaylarımı veriyor. radiohead'in siyaha kaçan koyu grisinden sonra şarap kırmızısına bulanmış charles aznavour, beni bir pazartesi akşamından, bir böceğin cesediyle kaldığım evden çıkarıp şöyle bir dolaştırıyor.

bir araba modellemenin ilk evrelerindeyken biten mesai saatini ardımda bırakıp eve yürürken, iradem ile üç tuborgluk bir anlaşma yapmıştım oysa. markete yaklaştıkça, daha pazartesiden içmeye başlamanın pek de iyi bir fikir olmadığını düşündüm. üç tane alsam bile yetmeyecekti ve sonrasında bir kez daha markete gidecektim. tuborg'la bir anlaşma yapmam ve en azından indirimli almam şu mereti. bazen bana haksızlık yapıldığını düşünüyorum, markaya olan bağlılığım başkasında görmediğim kadar yüksek noktalarda süzülürken; ben normal vatandaş ile aynı fiyattan, o da ayın ilk üç haftası alabiliyorum. son hafta parasızımdır, winamp'ta buna uygun olarak abba'yı devreye sokar: "money, money, money"

... game of thrones arasından sonra...

fantastik edebiyat, lotr'dan bu yana hiç bu kadar iyi uyarlanmamıştı fakat on bölümden sonra sezon finali oldu. yaklaşık bir sene bekleyecek, başlarda bekleyemeyeceğimizi düşünecek, belli süre sonra unutmaya başladıktan sonra yeni sezona sayılı günler kala birinci sezonu baştan sona izleyeceğiz. insanlık olarak böylece geçinip gidiyoruz işte, birkaç sene önce de lost vardı. lost'a yardımcı olsun diye başka diziler de ortalıkta dolaşırdı, indirip altyazılarını yükledikten sonra işimize bakardık. okul ya da iş fark etmez, perşembe akşamları pizza eşliğinde dizi izlemek vardı.

bir film izlemek için daha zaman kaldı, bugün insanı yassı gösteren sekürit camlardan yansımamı gördükten sonra askere gitmeden önceki balyoz moduna geçmek üzere olduğumu ve artık yemek yemeyi kesmem gerektiğini fark ettim. bir başlangıcım ve sonum olmalı, yarın gidip tartılmalı ve internetten beş haftada bikiniye girin temalı saçmalıkları fikir versin diye okumalıyım. gerekirse badiye gidip, sırtında kas oluşmuş baklava tepsisi gibi adamlarla bir şeyler indirip kaldırır ve aynanın karşısında pazularımı sıkarım. fizyolojim vücut yapmak için elverişli, bunu değerlendirmeliyim. sabah altıda kalkarsam da tempolu yürüyüş yapan tedirgin teyzelerin yanından büyük bir hızla geçerim. onlar evlerine dönüp kahvaltılarını hazırlar ve emekliliğin aynılaşan günlerini kendi çaplarında kutlarken de ofise dönerim. bir araba tasarlamak benim ortaokuldan beri aklımda dolaşan sinsi bir tilkidir, buna her gün birkaç saat ayırırsam; tuborg'a değil ama belki bmw'ye girerim. ehliyetin var mı derlerse de, en yakın zamanda alacağım ağbi derim.

nasıl da kopuk bir yazı, dünyayı satan adamın yancısı gibiyim. nirvana bitirsin madem yazıyı:

the man who sold the world.




Hiç yorum yok: