1 Haziran 2011 Çarşamba

haziran da ne ola ki

mayısı iyi bilirim; çalışıyorsam bir haftalık izin askerdeysem de tezkeremi alırım. mayısta eve döner ve denize kavuşurum. mayısın rengi bellidir, şeffaf bir turkuaz ve parlak beyaz. çakıl taşlarının üzerinden seken güneş, serinlik veren bir esinti ve henüz kavrulmamış otların binbir yeşili. mayıs gücünü bahardan ve yeniden başlayan hayattan alır; denizler hala ısınmadığından denize giren bir avuç insandır.

fakat hazirana dair kafamda net bir tanım yok, okullar bile mayısta biter haziranda resmiyet kazanırdı. son yazılıları tamamladıktan sonra gelen boşluğun tadını hala özlerim; yıl sonu müsameresi için bitmek bilmeyen provalar yaparken başkaları, biz top oynardık. bileklerim yumuşaktı ve iyi adam geçerdim, topumuzu kesen manyaklar olursa da kola kutusunu ezerdik, sonsuza dek zıplayan küçük lastik toplarla oynardık. vazgeçmezdik. haziranda daha fazla terler ve karnelerimizi beklerdik, ekseriyetle takdir alıp annemin babamın göğsünü kabarttığım başarılı yıllardan sonra, bütün o hengamenin pek bir anlamı olmadığını görmek ne yazık ki yirmi sekiz yaşıma kısmet oldu. bir yalanı yaşadım ve o yalan güzeldi. şimdi pazartesi sabahları bir minibüste sıkış tepiş işe gelirken, okumak yerine kendi işini kurmuş ve arabasını-evini almış karnesi 1 dolu arkadaşımı anımsayınca hafiften tebessüm ediyorum.

yazı, nasıl da anlık esintilerle şekilleniyor hayret ediyorum. haziranın birindeyim ve sanki hızlı geçecek bu ay. temmuzda da yeniden doğuşumun 28. yıldönümünü şimdilik bilmediğim bir yerde kutlayacağım. iki sene önce bir bardak tuborg ile nevizade'de kendi başıma kutlamış, yeni aldığım moleskine'e bir şeyler yazıp çizmiştim. geçen sene izmir'de tuborg fabrikasındaydım, bu sefer üretim bandından bir bira içmiş ve fabrika turu yapmıştım. bu sene de kopenhag'da, ana merkezde büyük patronla bira içip pes oynarsam şaşırmayacağım. canımın sıkıntısı ise dün akşam üstü azaldı, bir ara sıfırlandı ve gece yarısına doğru kara bile geçtim. yeni aldığım ses sistemi ve game of thrones ile pırıl pırıl bir gece geçirip, saati dörde kurdum ve yattım.iki gündür adamakıllı uyuyamamışken, bir de üzerine nba finalleri kaymaklı ekmek kadayıfı gibi oldu. uykuyla uyanıklık arasındaki o bölgede maça tutunmaya çalıştım, benim tutunduğumun yarısı kadar dallas tutunsaydı, şu anda seriye galibiyetle başlamışlardı ama son çeyreği öngördüğüm gibi iyi oynayan miami, merhamet etmedi. maaşımı henüz almadığım için de miami galibiyetinden para kazanamadım. ikinci maça artık. iki takımın da alan savunması ordu düzenindeydi fakat wade-lebron ikilisi farkını son çeyrekte ortaya koydu. kendilerine fazla güvenmeleriyle tanınan orta ve güney amerikalıların dallas şubesi barea akıllanmadı, her seferinde zorladı. porto ricoluyla, kolombiyalıyla iş yapmayacaksın arkadaş; bir gün öyle bir gün böyle.

bu hafta sonu onur ile iyice coşarız. gelecek hafta seçim var, umarım bu seyrekbıyıklıların devri kapanır. ondan sonraki iki haftayı da bir şekilde bitirip temmuza gireriz. evet hayata karşı planlarım bu yönde, fazlasına da gerek yok.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

formspring'de sen var mısın? yoksan eğer, alsana bi hesap? :) (şair burda, sana sorular hazırladım mies, demeye getirir)

mies dedi ki...

formspring'de yokum fakat ara sıra bir hesap almayı düşünüyorum. fazla zor sormayacaksınız alırım:)