17 Haziran 2011 Cuma

teyzeler arasında

perşembeleri kurulan semt pazarını seviyorum, bir kilo biber ve domates için "migros kartınız var mı?" sorusunu duymamı ve padişah fermanı gibi fişi alıp sonra da bir yerlere atmamı engelliyor. her şey alabildiğine hızlı, bir poşet isteyip patates alıyorsam en büyüklerini, kavun alıyorsam da en küçüğünü koyup adama geri veriyorum. o tartıyor, iki kilo olsun mu diyor, ben de olsun diyorum. ödemelerim net oluyor, küsuratı ciddiye almıyoruz. evde patates yok zannediyordum, iki kilo patates  daha alıp rafı patatesle doldurdum. biber var zannediyordum, yokmuş. teyzelerin yer yön duygusu ve alınacaklar listesi algoritması çok güçlü. bazen, bir teyzeyi takip edip o ne alıyorsa aynısından almak gibi fikirlerim oluyor, fakat bir şeyler seçerken çok hızlılar ve multitasking uygulamaları konusunda da eşsizler. bir yandan patates, diğer yandan domates ve maydanoz alıp hesabı ödeyene kadar ben daha ilk patatese uzanıyor oluyorum.

pazarları seviyorum, tezgahın başında duran adamlar bana samimi geliyor. sattıkları malı sahipleniyor ve fasülyem iyi abi diyorlar. keşke ben de "projem iyi yenge, kesiti güzel" diyebilseydim fakat imkanım yok. konuşmadan tükettiğim günlerde, çizgilerin dünyasına sövmekle akşamı tamamlıyorum çoğu zaman. yaptıklarım bir poşete sığmıyor, iki liraya yuvarlayacak bir şeylerim de olmuyor. milyon liralık işlerin arasında da, samimiyet uzaklaşıyor. en önem verdiğim sekiz kavramdan birisi olan samimiyeti bir kilo patateste buluyor ve elimde poşetlerle teyzeler arasında ilerliyorum. eve yürürken mutlu oluyorum. 


1 yorum:

Adsız dedi ki...

samimiyete önem veren çok az kişi var artık. bir profesyonellik tutturmuş gidiyorlar. ben daha doğru yazdığımdan bile emin değilken nasıl profesyonel olayım. yaz, yaz, hep yaz mies. samimiyete ihtiyacımız var.