22 Haziran 2011 Çarşamba

wimbledon ilaç bayii

patron yok. bir süredir gelmiyor, ilçenin zengin ailelerinden birinin çirkin kızını kaçırmış ve nerede olduğunu kimse bilmiyor. patronun geleceği için yaptığı bu büyük hamle, bana bayiide uzun ve kimyasal saatler veriyor. yazın durağanlaşan tarım sektörüne ilaç veren bu bayiide yaprak kımıldamıyor. tavana kadar yükselen karton kutuların arasında bir şezlong, 37 ekran bir televizyon ve bolca ilaç kokusu var. şezlongun naylon kumaşı yeşil, ayakları ise artık o kadar sağlam değil. arkamı her yasladığımda gıcırdıyor ve ona fazla güvenmememi söylüyor. dükkana kimse gelip gitmediğinden akşama kadar oturuyorum, dışarısı çok sıcak, ısınan asfalt adamın yüzünü yıkıyor. mustafa sandal, gölgede aynı albümünü çıkarmış, onun arabası var her yerde yankılanıyor. kral tv, şarkının klibini yüzlerce kez yayınlarken akşamı zor ediyorum. ilaç kokuları başımı döndürüyor, yapacak hemen hiçbir şey yok. okullar tatile girmiş, oyun oynayan çocuklar sanki toprağın altına gömülmüş. haftalığım çıksın diye ben de bir zirai ilaç bayiine gelmişim, evde durmak hiç de iyi bir fikir değil.

günlerin hepsi sanki 21 haziran, gündüzler bitmek bilmiyor. bu günlerde tek dikkatimi verebildiğim wimbledon tenis turnuvası oluyor. beyaz şortlu, beyaz tişörtlü adamlar, ara sıra bağıran hakemler, gık çıkarmadan maç izleyen asil ingilizler, ara sıra yağan yağmurda sahanın üzerine çekilen koyu yeşil branda. şezlongumun gıcırtısına sırtımı dayayıp tenis izliyorum. neden 15-15-10 şeklinde puanlar verildiğini, kimin neye göre servis attığını ve neden herkesin beyaz giyinmek zorunda olduğunu bilmiyorum.

haziranın sonunda bir yerdeyim, patron istikbali için önemli bir adım atmış, güzellik geçici servet kalıcıdır deyip ilçenin zengin kızını kaçırmış. kızın babası, kızının namusu gitmeden onu bulmak zorunda fakat imkansız olduğunu biliyor, ara sıra dükkana geliyor ve soruyor, soruyor, soruyor. telefonlar beni değil, patronu istiyor. tek yaptığım patronun nerede olduğunu bilmediğimi iletmek ve küçük notlar alıyor.

kadınlarda steffi graf, erkeklerde ise richard krajicek finaldeki rakiplerini geçip şampiyonluklarını ilan ederken, ilaç kokusu etrafımda dolaşıyor. patron gelmiyor, patronun babası cumartesi günleri gelip haftalığımı verdikten sonra geri gidiyor. wimbledon'da olmasam da beyaz giyiyorum. bu, akşam üstü bile üzerime üzerime gelen güneşi elden geldiğince karşılamama yetiyor. sıcağı backhand ile çizgiye paralel gönderiyor ve puanlarının neye göre verildiği dışında yavaştan tenisi anlıyorum.

1996'nın sıcak günlerinde, yani bundan tam 15 sene önce; ben yine işe gelip akşamları da işten dönüyorum...


1 yorum:

Adsız dedi ki...

anlamadan, bilmeden tenis maçı izlemek ne güzeldir. insan trt3'ü çok sever bu sebepten.